Tesanüdü muhafaza etmek
Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin bu haftaki konuğu Kocaeli’den Ahmet Cemil Çökren oldu.
Hizmet Rehberi isimli eserin 6. Bölümünden Nur Talebeleri’nin hususiyetlerinden çeşitli başlıklardan bir ders icra etti.
EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.
- Dine hizmet ettim diye gururlanmamak
- Tezellüle girmeden hizmet etmek
- Uhuvvetkarane tesanüd etmek ve kardeşleri tenkit etmemek
- İhlas kaideleriyle hareket etmek
- Tesanüdü en önemli bağ bilmek ve onu muhafaza etmek
Dîne hizmet ettim diye gururlanmamak
Sen, ey riyakâr nefsim! “Dine hizmet ettim” diye gururlanma. اِنَّ اللهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ (“Muhakkak ki Allah, bu dini fâcir adamla da teyid ve takviye eder.” (Buhari, Cihad: 182, Meğâzî: 38, Kader: 5; Müslim, İmân: 178; İbn-i Mâce, Fiten: 35; Dârimî, Siyer: 73; Müsned, 2:309, 5:45.) sırrınca, müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini, geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farize-i hilkat ve netice-i san’at bil, ucüb ve riyadan kurtul.
Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim, bu meyveler benim ile gösteriliyor; demek bir meziyetim var.” Hayır, hâşâ; belki, herkesten evvel sana verildi. Çünkü; herkesten ziyâde sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan, en evvel senin eline verildi.
Tezellüle girmeden hizmet etmek
Nasıl ki, bir padişahın âdi bir hizmetkârı ve bîçare bir neferi; padişah nâmına feriklere, paşalara hedâyâyı şâhânesini ve nişanlarını veriyor, onları minnettar ediyor. Eğer ferikler ve müşirler, “Bu âdi nefere neden tenezzül edip elinden ihsan ve nişanları alıyonız?” deseler, mağrurâne bir dîvâneliktir. Eğer o nefer dahi, vazifesinin haricinde müşire kıyâm etmezse, kendini ondan yüksek görse, eblehcesine bir dîvâneliktir. Hem, eğer o memnun olan feriklerden birisi, müteşekkirâne o neferin kulübeciğine tenezzülen misâfir gitse; kuru ekmekten başka bulmayan o nefer mahcup kalmamak için, o hâli gören ve bilen padişah-elbette o neferini mahcup etmemek için-matbâh-ı şâhâneden, sâdık hizmetkârının muhterem misâfırine tabla gönderir. Öyle de, Kur’ân-ı Hakîmin sâdık bir hizmetkârı, ne kadar âdi olursa olsun, Kur’ân nâmına, en büyük insanlara emirlerim çekinmeyerek tebliğ eder ve en zengin ruhlu olanlara Kur’ân’ın âlî elmaslannı yalvararak mütezellilâne değil, belki müftehirâne ve müstağniyâne satar. Onlar ne kadar büyük olursa olsun, o âdi hizmetkâra, vazife başında iken tekebbür edemezler. Ve o hizmetkâr dahi, onların ona mürâcaatında, kendine medâr-ı gurur bulamaz ve haddinden tecâvüz etmez. Eğer o hazîne-i kudsiyenin müşterileri içinde bâzıları, o bîçare hizmetkâra velâyet nazarıyla baksalar, elbette hakîkat-i Kur’âniyenin merhamet-i kudsiyesi şânındandır ki, o hizmetkârını mahcup etmemek için, hazîne-i hâssa-i İlâhiyeden o hizmetkârın hiç haberi ve medhali olmadan, onlara medet versin ve himmet ederek feyizdar etsin.
Uhuvvetkârâne tesânüd etmek ve kardeşleri tenkit etmemek
Hayat, vahdet ve ittihâdın neticesidir. İmtizaçkârâne ittihat gittiği vakit, mânevî hayat da gider. وَلاَ تَنَازَعُوا فَتفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ (“İhtilâfa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider.” Enfâl Sûresi, 8:46.) işâret ettiği gibi, tesanüd bozulsa cemaatin tadı kaçar. Bilirsiniz ki, üç elif ayrı ayrı yazılsa kıymeti üçtür. Tesanüd-ü adedîyle içtima etse, yüz on bir kıymetinde olduğu gibi, sizin gibi üç-dört hâdim-i Hak, ayrı ayrı ve taksimü’l-a’mâl olmamak cihetiyle hareket etseler, kuvvetleri üç-dört adam kadardır. Eğer hakikî bir uhuvvetle, birbirinin faziletleriyle iftihar edecek bir tesanüdle, birbirinin aynı olmak derecede bir tefâni sırrıyla hareket etseler, o dört adam, dört yüz adam kuvvetinin kıymetindedirler. Sizler koca Isparta’yı değil, belki büyük bir memleketi tenvir edecek elektriklerin makinistleri hükmündesiniz. Makinenin çarkları birbirine muâvenete mecburdur.Hem, birbirini kıskanmak değil, belki, bilâkis birbirinin fazla kuvvetinden memnun olurlar. Şuurlu farz ettiğimiz bir çark, daha kuvvetli bir çarkı görse memnun olur. Çünkü, vazifesini tahfıf ediyor. Hak ve hakîkatin, Kur’ân ve îmânın hizmeti olan büyük bir hazîne-i âliyeyi omuzlannda taşıyan zâtlar, kuvvetli omuzlar altına girdikçe iftihar eder, minnettar olur, şükreder. Sakın birbirinize tenkit kapısını açmayınız. Tenkit edilecek şeyler kardaşlarınızdan hariç dairelerde çok var. Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahıum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telâkkî ediyorum. Siz de üstâdınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdetâ, her biriniz ötekinin fazîletlerine nâşir olunuz.
İhlâs kâideleriyle hareket etmek
Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem’a-i ihlâsın düsturlarını ve hakîki ihlâsın sırrını mâbeynimizde ve birbirimize karşı istimâl etmek vücub derecesine gelmiş.
Bizler birbirimize-lüzûm olsa-rûhumuzu fedâ etmeye hizmet-i Kur’âniye ve îmâniyemiz iktizâ ettiği halde, sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle, hakîki fedakârlar birbirine karşı küsmeye değil, belki kemal-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır, muhabbetini, samimiyetini ziyadeleştirmeye çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tâmir edilmeyecek bir zarar verebilir.
Tesânüdü en önemli bağ bilmek ve onu muhâfaza etmek
Evet, velâyetin kerâmeti olduğu gibi, niyet-i hâlisenin dahi kerâmeti vardır. Samîmiyetin dahi kerâmeti vardır. Bâhusus lillâh için olan bir uhuvvet dairesindeki kardeşlerin içinde, ciddî, samîmi tesânüdün çok kerâmetleri olabilir. Hattâ şöyle bir cemaatin şahs-ı mânevîsi bir velî-yi kâmil hükmüne geçebilir; inâyâta mazhar olur.
Şimdi en ziyâde bizi ve Nurları vurmak ve sarsmak için en fena plân, Nur Talebelerini birbirinden soğutmak ve usandırmak ve meşrep ve fıkir cihetinde birbirinden ayırmaktır.
Evvel âhir tavsiyemiz, tesânüdünüzü muhâfaza; enâniyet, benlik, rekâbetten tahaffüz ve îtidâl-i dem ve ihtiyattır.
Mesleğimizde zaman, mekân sohbetimize mâni olamaz. Şarkta, garbda, hattâ âhirette, berzahta olsa da, beraberiz. Meselâ, berzahta Hâfız Ali (r.li.), hergün mânen yanımızdadır. Bu hakîkate binâen, sûrî ayrılmaya, hattâ ölüme ehemmiyet vermemeliyiz.
Bizim mesteğimizde sohbet-i sûriye ehemmiyeti azdır.
Pekçok, ayrı ayrı tarzda Risâle-i Nur aleyhinde yaptıkları desîseler ve tedbirler ve şâkirtleri soğutmak ve sarsmak plânları, husûsan derd-i maîşet belâları, Risâle-i Nur’un inkişâfını durdurmuyor. Günden güne tevessü’ ediyor. Hattâ en ziyâde hücum edenler dahi, perde altında istifâdeye çalışıyorlar. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, inâyet-i İlâhiye ve himâyet-i Rabbâniye devam ediyor. Fakat, yalnız ehemmiyetli bir plânla, ayrı bir cephede, mütemerrid münâfıklar tarafından bir hücum var. Çok ihtiyat ve dikkat ve sebat ve tesânüd lâzımdır ki, tâ onların bu plânı da akîm kalsın. Plân budur: Risâle-i Nur talebeleri içinde tesânüdü bozmak. On sekiz seneden beri hakkımızda programları, has talebeleri bizden kaçınnak, soğutmak idi. Bu plânları akîm kaldı. Şimdi, tesânüdü bozmak ve bâzı menfaatperest, fakat ehl-i ilim ve ehl-i dinden, Risâle-i Nur’un cereyânına karşı rakip çıkarmak süretiyle intişârına zarar vermeye çalışıyorlar.
Hem, Ramazan Risâlesinin âhirinde; nefs-i emmâreyi her nevî azaptan ziyâde açlık ile temerrüdünü terk ettiği gibi, şimdiki ehl-i nifâkın mütemeıridâne sefâhetinin cezâsı olârak, umûma ve mâsumlara da gelen bu açlık ve derd-i maîşet belâsından ehl-i dalâlet istifâde edip, Risâle-i Nur hizmetini her belâya, her derde bir çare, bir ilâç bulmuşlar. Biz her gün hizmet derecesinde, maîşette kolaylık, kalbde ferahlık, sıkıntılara genişlik hissediyoruz, görüyoruz. Elbette bu dehşetli yeni belâlara, musîbetlere karşı da, yine Risâle-i Nur’un hizmetiyle mukâbele etmemiz lâzımdır.
DİĞER BÖLÜMLER
1. Bölüm: Nur Talebeleri enaniyeti en büyük tehlike olarak bilir
2. Bölüm: Tesanüdü muhafaza etmek
3. Bölüm: İman hizmetinde korku duygusu taşımamak
4. Bölüm: İnsani zaaflarımızın hizmete zarar vermesi
5. Bölüm: Ehl-i dünya Nurculara nasıl tesir ediyorlar?
6. Bölüm: Kardeşlerimizi enaniyet ve sadakatsizlikle ittiham ediyor muyuz?
7. Bölüm: Dünya ücret yeri değil, hizmet yeridir
8. Bölüm: Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez
9. Bölüm: Risale-i Nur’a hizmeti en birinci vazife bilmek
10. Bölüm: Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak
11. Bölüm: İman hizmetini hiçbir şeye alet etmemek
İlk yorumu siz yazın