Efendimizle (sav) insanlığımıza gelen medeniyet
Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin bu haftaki konuğu Kocaeli’den Ahmet Cemil Çökren oldu.
Peygamber Efendimiz’in (sav) dünyaya irtihalinin gerçekleştiği Mevlid-i Şerif Gecesi için Mektubat ve Sözler isimli eserlerden “Efendimizle (sav) insanlığımıza gelen medeniyet” isimli bir ders icra etti.
EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.
Mevlid-i Şerifinizi ruh-u canımızla tebrik ediyoruz
- Mektubat / 19. Mektup / 16. İşaret / 3. Kısım: Efendimiz’in (sav) veladeti hengamındaki harikalar ve hadiseler
- Sözler / 19. Söz / 7-8-9-10-11-12 ve 13. Reşhalar: Efendimizle (sav) insanlığımıza gelen medeniyet
Mektubat
On Dokuzuncu Mektup
On Altıncı İşaret
ÜÇÜNCÜ KISIM: İrhasattan, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın velâdeti hengâmında vücuda gelen harikalardır ve hâdiselerdir. O hâdiseler, onun velâdetiyle alâkadar bir surette vücuda gelmiş.
Hem bi’setten evvel bazı hâdiseler var ki, doğrudan doğruya birer mu’cizesidir. Bunlar çoktur. Nümune olarak, meşhur olmuş ve eimme-i hadîs kabul etmiş ve sıhhatleri tahakkuk etmiş birkaç nümuneyi zikredeceğiz.
Birincisi: Velâdet-i Nebevî gecesinde, hem annesi, hem annesinin yanında bulunan Osman ibni Âs’ın annesi, hem Abdurrahman ibni Avf’ın annesinin gördükleri azîm bir nurdur ki, üçü de demişler: “Velâdeti ânında biz öyle bir nur gördük ki, o nur maşrık ve mağribi bize aydınlattırdı.”1
İkincisi: O gece Kâbedeki sanemlerin çoğu baş aşağı düşmüş.2
Üçüncüsü: Meşhur Kisrânın eyvânı (yani saray-ı meşhuresi) o gece sallanıp inşikak etmesi ve on dört şerefesinin düşmesidir.3
Dördüncüsü: Sava’nın takdis edilen küçük denizinin o gecede yere batması4 ve İstahrâbâd’da bin senedir daima iş’âl edilen, yanan ve sönmeyen, Mecusîlerin mâbud ittihaz ettikleri ateşin, velâdet gecesinde sönmesi…5
İşte şu üç dört hâdise işarettir ki, o yeni dünyaya gelen zât, ateşperestliği kaldıracak, Fars saltanatının sarayını parçalayacak, izn-i İlâhî ile olmayan şeylerin takdisini men edecektir.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:466; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:311; Ahmedü’l-Bennâ es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:2030.
2 : Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:119-131, 2:272; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:19.
3 : Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:126; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128, 2:272.
4 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 1:127; Ebû Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:128.
5 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ali el-Kari el-Mekkî, el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevzû’ “el-Mevdûâtü’s-Suğrâ” (tahkik: Ebû Ğudde), s. 18.
Beşincisi: Çendan velâdet gecesinde değil, fakat velâdete pek yakın olduğu cihetle, o hâdiseler de irhasat-ı Ahmediyedir ki (a.s.m.), Sûre-i اَلَمْ تَرَكَيْفَ’de nass-ı kat’î ile beyan edilen Vak’a-i Fildir ki, Kâbe’yi tahrip etmek için, Ebrehe namında Habeş meliki gelip, fil-i Mahmudî namında cesîm bir fili öne sürüp gelmiş. Mekke’ye yakın olduğu vakit fil yürümemiş. Çare bulamamış, dönmüşler. Ebâbil kuşları onları mağlûp etmiş ve perişan etmiş, kaçmışlar. Bu kıssa-i acibe, tarih kitaplarında tafsilen meşhurdur. İşte şu hâdise, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın delâil-i nübüvvetindendir. Çünkü velâdete pek yakın bir zamanda, kıblesi ve mevlidi ve sevgili vatanı olan Kâbe-i Mükerreme, gaybî ve harika bir surette, Ebrehe’nin tahribinden kurtulmuştur.1
Altıncısı: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, küçüklüğünde Halime-i Sa’diye’nin yanında iken, Halime ve Halime’nin zevcinin şehadetleriyle, güneşten rahatsız olmamak için, çok defa üstünde bir bulut parçasının ona gölge ettiğini görmüşler ve halka söylemişler ve o vakıa sıhhatle şöhret bulmuş.2
Hem, Şam tarafına on iki yaşında iken gittiği vakit, Bahîra-i Rahibin şehadetiyle, bir parça bulut Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başına gölge ettiğini görmüş ve göstermiş. 3
Hem yine bi’setten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bir defa Hatice-i Kübrânın Meysere ismindeki hizmetkârıyla ticaretten geldiği zaman, Hatice-i Kübrâ, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın başında iki meleğin bulut tarzında gölge ettiklerini görmüş, kendi hizmetkârı olan Meysere’ye demiş. Meysere dahi Hatice-i Kübrâya demiş: “Bütün seferimizde ben öyle görüyordum.” 4
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : İbni Hişâm, es-Siratü’n-Nebeviyye, 1:44-54; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:90-92; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:144-151; İbni Kesîr, el-Bidâye, 2:157-160.
2 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.
3 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.
4 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:65.
Yedincisi: Nakl-i sahihle sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, bi’setten evvel bir ağacın altında oturdu. O yer kuru idi, birden yeşillendi. Ağacın dalları, onun başı üzerine eğilip kıvrılarak gölge yapmıştır.1
Sekizincisi: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ufak iken Ebu Talib’in evinde kalıyordu. Ebu Talib, çoluk ve çocuğu ile, onunla beraber yerlerse karınları doyardı. Ne vakit o zât yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı.2 Şu hâdise hem meşhurdur, hem kat’îdir.3
Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümmü Eymen demiş: “Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.” 4
Dokuzuncusu: Murdiası olan Halime-i Sa’diye’nin malında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilâfına olarak çok bereketi ve ziyade olmasıdır. Bu vakıa hem meşhurdur, hem kat’îdir.5
Hem sinek onu tâciz etmezdi, onun cesed-i mübarekine ve libasına konmazdı.6 Nasıl ki, evlâdından Seyyid Abdülkàdir-i Geylânî (k.s.) dahi, ceddinden o hali irsiyet almıştı; sinek ona da konmazdı.7
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:318; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753.
2 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:367; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:751; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166.
3 : İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:119, 120; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:166; Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, 1:205.
4 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:315; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:752; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:125.
5 : Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:192-193; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:220-221; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111-113; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:313.
6 : Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:368; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:753; Şa’rânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:109.
7 : Nebhânî, Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ, 2:203.
Onuncusu: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dünyaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldızların düşmesinin çoğalmasıdır1 ki, şu hâdise, On Beşinci Sözde kat’iyen burhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıldızların sukutu, şeyâtin ve cinlerin gaybî haberlerden kesilmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm vahiyle dünyaya çıktı; elbette yarım yamalak ve yalanlarla karışık, kâhinlerin ve gaibden haber verenlerin ve cinlerin ihbârâtına sed çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vahye benzemesin. Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu. Kur’ân nâzil olduktan sonra onlara hâtime çekti. Hattâ çok kâhinler imana geldiler. Çünkü daha cinler taifesinden olan muhbirlerini bulamadılar. Demek Kur’ân hâtime çekmişti. İşte, eski zaman kâhinleri gibi, şimdi de medyumlar suretinde yine bir nevi kâhinlik, Avrupa’da, ispritizmacıların içlerinde başgöstermiş. Her ne ise…
Elhasıl: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın nübüvvetinden evvel nübüvvetini tasdik ettiren ve tasdik eden pek çok vakıalar, pek çok zâtlar zâhir olmuşlar. Evet, dünyaya mânen reis olacak HAŞİYE ve dünyanın mânevî şeklini değiştirecek ve dünyayı âhirete mezraa yapacak ve dünyanın mahlûkatının kıymetlerini ilân edecek ve cin ve inse saadet-i ebediyeye yol gösterecek ve fâni cin ve insi idam-ı ebedîden kurtaracak ve dünyanın hikmet-i hilkatini ve tılsım-ı muğlâkını ve muammâsını açacak ve Hâlık-ı Kâinatın makàsıdını bilecek ve bildirecek ve o Hâlıkı tanıyıp umuma tanıttıracak bir zât, elbette o daha gelmeden herşey, her nevi, her taife onun geleceğini sevecek ve bekleyecek ve hüsn-ü istikbal edecek ve alkışlayacak ve Hâlıkı tarafından bildirilirse o da bildirecek. Nasıl ki, sabık işaretlerde ve misallerde gördük ki, herbir nev-i mahlûkat, onu hüsn-ü istikbal ediyor gibi mu’cizâtını gösteriyorlar, mu’cize lisanıyla nübüvvetini tasdik ediyorlar.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : Mecmeu’z-Zevâid, 8:220; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Halebî, es-Sîretü’l-Halebiyye, 1:207, 208.
HAŞİYE : Evet, Sultan-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki, bin üç yüz elli senedir saltanatı devam ediyor. Birinci asırdan sonra herbir asırda lâakal üç yüz elli milyon tebaası ve raiyeti vardır. Küre-i arzın yarısını bayrağı altına almış; ve tebaası kemâl-i teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler.
*****
Sözler
On Dokuzuncu Söz
YEDİNCİ REŞHA
İşte, bak: Şu cezire-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıp ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zahirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbi-i nüfus, sultan-ı ervah oldu.
SEKİZİNCİ REŞHA
Bilirsin ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde, büyük bir hâkim, büyük bir himmetle, ancak daimî kaldırabilir. Halbuki, bak: Bu zat, büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıp, büyük kavimlerden, zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref edip, yerlerine öyle secâyâ-yı âliyeyi ki dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak vaz ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraatı yapıyor.
İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere, Ceziretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi, yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar! O zâtın o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini acaba yapabilirler mi?
DOKUZUNCU REŞHA
Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münazaralı bir dâvâda, hicapsız, pervâsız, küçük fakat hacâlet-âver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez.
Şimdi bak bu zâta: Pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük meselelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâpervâ, bilâtereddüt, bilâhicap, telâşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedit, ulvî bir surette söylediği sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ!
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى 1 Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnîdir, Hakikatbînin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldatsın?
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Onun sözü, kendisine vahyolunandan başka birşey değildir.” Necm Sûresi, 53:4.
ONUNCU REŞHA
İşte, bak: Ne kadar merak-âver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehşetli hakaikı gösterir ve mesâili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyade insanı tahrik eden meraktır. Hattâ, eğer sana denilse, “Yarı ömrünü, yarı malını versen, Kamerden ve Müşteriden biri gelir, Kamerde ve Müşteride ne var, ne yok, ahvâlini sana haber verecek. Hem doğru olarak senin istikbalini ve başına ne geleceğini doğru olarak haber verecek”; merakın varsa, vereceksin. Halbuki, şu zat öyle bir Sultanın ahbârını söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervane etrafında döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etrafında pervaz eder.
Ve o Güneş olan lâmba ise, o Sultanın binler menzillerinden bir misafirhanesinde, binler misbahlar içinde bir lâmbasıdır. Hem öyle acaip bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir inkılâptan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acip olmaz. Bak, onun lisanında – اِذَا السَّمَاۤءُ انْفَطَرَتْ – اَلْقَارِعَةُ اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 1 gibi sûreleri işit. Hem öyle bir istikbalden doğru olarak haber veriyor ki, şu dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre serap hükmündedir.
Hem öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki, bütün saadet-i dünyeviye ona nisbeten bir berk-i zâilin bir şems-i sermede nisbeti gibidir.
ON BİRİNCİ REŞHA
Böyle acip ve muammâ-âlûd şu kâinatın perde-i zahiriyesi altında, elbette ve elbette böyle acaip bizi bekliyor. Böyle acaibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde mu’ciznümâ bir zat lâzımdır.
Hem bu zâtın gidişatından görünüyor ki, o görmüş ve görüyor ve gördüğünü söylüyor.
Hem bizi nimetleriyle perverde eden şu semâvât ve arzın İlâhı bizden ne istiyor, marziyâtı nedir; pek sağlam olarak bize ders veriyor.
Hem bunlar gibi daha pek çok merak-âver, lüzumlu hakaikı ders veren bu zâta karşı herşeyi bırakıp ona koşmak, onu dinlemek lâzım gelirken, ekser insanlara ne olmuş ki, sağır olup kör olmuşlar, belki divane olmuşlar ki bu hakkı görmüyorlar, bu hakikati işitmiyorlar, anlamıyorlar?
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Güneş dürülüp toplandığında…” Tekvir Sûresi, 81:1 • “Gök yarıldığı zaman…” İnfitar Sûresi, 82:1 • “Çarpacak olan felâket…” Kària Sûresi, 101:1.
ON İKİNCİ REŞHA
İşte, şu zat, şu mevcudat Hâlıkının vahdâniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir burhan-ı nâtık, bir delil-i sadık olduğu gibi, haşrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir burhan-ı katıı, bir delil-i sâtııdır. Belki, nasıl ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; öyle de, duasıyla, niyazıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icadıdır. Haşir meselesinde geçen 1 şu sırrı, makam münasebetiyle tekrar ederiz.
İşte, bak: O zat öyle bir salât-ı kübrâda dua ediyor ki, güya şu cezire, belki arz, onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder.
Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmâda niyaz ediyor ki, güya benî Âdemin zaman-ı Âdemden asrımıza, kıyamete kadar bütün nuranî, kâmil insanlar, ona ittibâ ile iktidâ edip duasına âmin diyorlar.
Hem bak, öyle bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki, değil ehl-i arz, belki ehl-i semâvât, belki bütün mevcudat, niyazına, “Evet, yâ Rabbenâ, ver, biz dahi istiyoruz” deyip iştirak ediyorlar.
Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müştakâne, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinatı ağlattırıyor, duasına iştirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insanı ve âlemi, belki bütün mahlûkatı esfel-i sâfilînden, sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, âlâ-yı illiyyîne, yani kıymete, bekàya, ulvî vazifeye çıkarıyor.
Bak, hem öyle yüksek bir fizâr-ı istimdatkârâne ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâne ile istiyor, yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata ve semâvâta ve Arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin Allahümme âmin” dedirtiyor.
Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîrden, öyle Basîr, Rahîm bir Alîmden hâcetini istiyor ki, bilmüşahede, en hafî bir zîhayatın en hafî bir hâcetini, bir niyazını görür, işitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü istediğini velev lisan-ı hâl ile olsun verir. Ve öyle bir suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ki, şüphe bırakmaz, bu terbiye ve tedbir öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Kerîm ve Rahîme hastır.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : bk. Onuncu Söz, Mukaddime, Dördüncü İşaret, Beşinci Hakikat.
ON ÜÇÜNCÜ REŞHA
Yahu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa, yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak, yine o zâtın garaib-i icraatını ve acaib-i vezâifini, yüzden birisine tamamen ihata edip temâşâsında doyamayız. Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidayetten aldıkları feyizle çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Ebû Bayezid-i Bistâmî, Şah-ı Geylânî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.
Meşhudâtımızın tafsilâtını başka vakte tâlik edip, o mu’ciznümâ ve hidayet-edâya, bir kısım kat’î mu’cizâtına işaret eden bir salâvat getirmeliyiz.
عَلٰى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِِِ الْفُرْقَانُ الْحَكِيمُ مِنَ الرَحْمٰنِ الرَّحِيمِ – مِنَ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ، سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلاَمٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهِ. عَلٰى مَنْ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّوْرٰيةُ وَاْلاِنْجِيلُ وَالزَّبُورُ – وَبَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ اْلاِرْهَاصَاتُ وَهَوَاتِفُ الْجِنِّ وَاَوْلِيَاۤءُ اْلاِنْسِ وَكَوَاهِنُ الْبَشَرِ – وَانْشَقَّ بِاِشَارَتِهِ الْقَمَرُ – سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَسَلاَمٍ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ اُمَّتِهِ – عَلٰى مَنْ جَآئَتْ لِدَعْوَتِهِ الشَّجَرُ، وَنَزَلَ سُرْعَةً بِدُعَاۤئِهِ اْلمَطَرُ، وَاَظَلَّتْهُ الْغَمَامَةُ مِنَ الْحَرِّ – وَشَبَعَ مِنْ صَاعٍ مِنْ طَعَامِهِ مِاٰۤتٌ مِنَ الْبَشَرِ، وَنَبَعَ الْمَآءُ مِنْ بَيْنِ اَصَابِعِهِ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ كَالْكَوْثَرِ، وَاَنْطَقَ اللهُ لَهُ الضَّبَّ وَالظَّبْىَ وَالْجِذْعَ وَالزِّرَاعَ وَالْجَمَلَ وَالْجَبَلَ وَالْحَجَرَ وَالْمَدَرَ صَاحِبِ الْمِعْرَاجِ وَمَا زَاغَ الْبَصَرُ – سَيِّدِنَا وَشَفِيعِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلاَةٍ وَسَلاَمٍ بِعَدَدِ كُلِّ الْحُروُفِ الْمُتَشَكِّلَةِ فِى اْلكَلِمَاتِ الْمُتَمَثِّلَةِ بِاِذْنِ الرَحْمٰنِ فِى مَرَايَا تَمَوُّجاَتِ الْهَوَاۤءِ عِنْدَ قِرَاءَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ قَارِئٍ مِنْ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلٰۤى اٰخِرِ الزَّماَنِ. وَاغْفِرْ لَناَ وَارْحَمْناَ يَآ اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلاَةٍ مِنْهَا.. اٰمِينَ.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : Rahmânü’r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun. Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun. Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, onun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun. Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.
İlk yorumu siz yazın