Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak

Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak

Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin konuğu Ahmet Cemil Çökren oldu.

Hizmet Rehberi isimli eserin 6. Bölümünden Nur Talebeleri’nin hususiyetlerinden çeşitli başlıklardan bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

  • Sarsılmaz metanet sahibi olmak
  • Sadakat, sebat ve sıkı irtibat içinde olmak
  • Sadakatle sabır göstermek
  • Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak
  • İman hizmetkarlığını gizlememek
  • Mümkün oldukça namahreme bakmamak

Hizmet Rehberi

Sarsılmaz metânet sahibi olmak

Mâdem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakîkatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musîbetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemâl-i metânetle mukâbele etmemiz gerektir. Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bâzı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkartılır; bunlara karşı vahdetimizi, tesânüdümüzü muhâfaza edip onlar ile uğraşmamak lâzımdır, münâkaşa etmemek gerektir.

Şuâlar, s. 265.

Sadâkat, sebat ve sıkı irtibat içinde olmak

Cenâb-ıHakkın ihsan ve keremiyle sizlerle gâyet kudsî ve gâyet ehemmiyetli ve gâyet kıymettar ve her ehl-i îmâna menfaatli bir hizmette taksimü’l-mesâi kâidesiyle iştirak etmişiz. Tesânüdümüzden hâsıl olan bir şahs-ı mânevînin fevkalâde ehemmiyet ve kıymeti ve üstadlığı ve irşâdı bize kâfidir.
Hem mâdem bu zamanda herşeyin fevkınde hizmet-i îmâniye en ehemmiyetli bir vazifedir; hem kemmiyet ise keyfiyete nisbeten ehemmiyeti azdır; hem muvakkat ve mütehavvil siyâset âlemleri ebedî, dâimî, sabit hidemât-ı îmâniyeye nisbeten ehemmiyetsizdir, mikyas olamaz, medâr da olamaz.
Risâle-i Nur’un tâlimâtıdairesinde ve bizlere bahşettiği hizmet noktasında feyizli makamlara kanaat etmeliyiz. Haddinden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ve müfritâne âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadâkat ve sebat ve müfritâne irtibat ve ihlâs lâzımdır. Onda terakkî etmeliyiz.

Kastamonu Lâhikası, s. 57.

Sadâkatle sabır göstermek

Eski zamanda, bir şeyhin müridleri pekçok olmasından, o memleketin hükûmeti siyâsetçe telâş edip, onun cemaatini dağıtmak istemiş. O zât hükûmete demiş: “Benim yalnız bir buçuk müridim var, başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz.” O zât, bir yerde çadır kurdu, kendi binler müridlerini oraya toplattı. O da emretti: “Ben bir imtihan yapacağım. Her kim benim müridim ise ve emri kabul etse, Cennete gidecek.” Çadıra birer birer çağırdı. Gizli bir koyun kesti; güyâ has bir müridini kesti, Cennete gönderdi. O kanı gören binler müridler, daha hiçbiri şeyhi dinlemedi, inkâra başladılar: Yalnız, bir adam dedi: “Başım fedâ olsun.”

Yanına gitti. Sonra, bir kadın dahi gitti; başkalar dağıldılar. O zât, hükûmet adamlarına dedi: “İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz.”
Cenâb-I Hakka yüz binler şükürler olsun ki, Risâlei Nur, Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şâkirtlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski şeyhin aksine olarak, Isparta ve civar kahramanlarının himmetiyle, o zâyi olan bir buçuk adam yerine on bin ilâve oldu. İnşaallah, bu imtihanda dahi hem şark, hem garbın kahramanlarının himmetleriyle, çokları kaybedilmeyecek ve bir giden yerine on girecek.
Bir zaman, müslim olmayan bir zât, tarîkatten hilâfet almak için bir çare bulmuş ve irşâda başlamış. Terbiyesindeki müridleri terakkîye başlarken, birisi keşfen mürşidlerini gâyet sukutta görmüş. O zât ise ferâsetiyle bildi, o müridine dedi: “İşte beni anladın.” O da dedi: “Mâdem senin irşâdın ile bu makâmı buldum, seni bundan sonra daha ziyâde başımda tutacağım” diye Cenâb-ı Hakka yalvarmış, o bîçare şeyhini kurtarmış; birden bire terakkî edip bütün müridlerinden geçmiş, yine onlara mürşid-i hakîki kalmış. Demek, bâzan bir mürid şeyhinin şeyhi oluyor. Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyâde uhuvvetini kuvvetleştirip ıslâhına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir. Münâfıklar, böyle vaziyetlerde kardeşlerinin tesânüdünü ve birbirine karşı hüsn-ü zanlarını bozmak için derler: “İşte o kadar ehemmiyet verdiğin zâtlar âdi, âciz insanlardır.”
Her ne ise, musîbette, gerçi çok zararımız var, fakat umum âlem-i İslâmı alâkadar edecek bir keyfiyet, bir vaziyet olmasından, pekçok ucuz olarak pek büyük kıymeti var. Buna benzer vukua gelen hâdiseler, ya siyâset-i dîniye veya başka sebeplerle umum âlem-i İslâm nâmına olamadılar.
Şuâlar, s. 268.

Mânevî fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak

Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünkü, mânevî fırtınalar var. Bâzı
dessas münâfıklar her tarafa sokulur; istibdâd-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer-tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşâ etsin.

Emirdağ Lâhikası-l, s. 156.

Îman hizmetkârlığını gizlememek

Bütün rûh u cânımla hattâ nefs-i emmaremle beraber Risâle-i Nur’un ve sizlerin selâmetine, şahsıma gelen bütün zahmetleri mânevî sevinç ve memnuniyetle kabul ediyorum. Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değil. Dünya ve zahmetleri fânî ve çabuk geçici olduğu gibi, bize gizli düşmanlanmızdan gelen zulüm de mahkeme-i kübrâda ve kısmen de dünyada yüz derece ziyâde intikâmımız alınacağından, hiddet yerinde onlara teessüf ediyoruz.
Bâzı kardeşlerimizin, lüzumsuz, talebeliğini inkâr, husûsan (…) eskide ehemmiyetli kendi hizmet-i Nuriyelerini lüzumsuz setretmeleri, gerçi çirkin, fakat onların sâbık hizmetleri için affedip gücenmemeliyiz.

Şuâlar, s. 429.

Mümkün oldukça nâmahreme bakmamak

Risâle-i Nur Talebelerinden bir genç hâfız, pekçok adamların dedikleri gibi dedi: “Bende unutkanlık hastalığı tezâyüd ediyor, ne yapayım?” Dedim: “Mümkün oldukça nâmahreme nazar etme.” Çünkü rivâyet var; İmâm-ı Şâfiî’nin (r.a.) dediği gibi, “Haram-ı nazar, nisyan verir.”
Evet, ehl-i İslâmda, nazar-ı haram ziyâdeleştikçe hevesât-ı nefsâniye heyecana gelip, vücudunda sû-i istimâlât ile israfa girer; haftada birkaç defa gusle mecbur olur. Ondan, tıbben kuvve-i hâfızasına zaaf gelir. Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, husûsan bu memâlik-i hârrede o sû-i nazardan sû-i istimâlât, umûmi bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes, cüz’î-küllî o şekvâdadır. İşte, bu umûmi hastalığın tezâyüdüyle, hadîs-i şerifin verdiği müthiş bir haberin tevili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki:
“Âhirzamanda, hâfızların göğsünden Kur’ân nez’ ediliyor, çıkıyor, unutuluyor.” Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-I Kur’ân’a set çekilecek; o hadîsin tevilini gösterecek.

Kastamonu Lâhikası, s. 92.

DİĞER BÖLÜMLER

1. Bölüm: Nur Talebeleri enaniyeti en büyük tehlike olarak bilir

2. Bölüm: Tesanüdü muhafaza etmek

3. Bölüm: İman hizmetinde korku duygusu taşımamak

4. Bölüm: İnsani zaaflarımızın hizmete zarar vermesi

5. Bölüm: Ehl-i dünya Nurculara nasıl tesir ediyorlar?

6. Bölüm: Kardeşlerimizi enaniyet ve sadakatsizlikle ittiham ediyor muyuz?

7. Bölüm: Dünya ücret yeri değil, hizmet yeridir

8. Bölüm: Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez

9. Bölüm: Risale-i Nur’a hizmeti en birinci vazife bilmek

10. Bölüm: Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak

11. Bölüm: İman hizmetini hiçbir şeye alet etmemek

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.