Bediüzzaman’ın hayatından tespitler – 34

Röportaj

Bediüzzaman’ın hayatından tespitler – 34

Sunuculuğunu Sertaç Lüser’in yaptığı Bediüzzaman Said Nursi’nin Hayatından Tespitler köşesinde bu hafta Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Araştırmacı Yazar Abdülbaki Çimiç, Bediüzzaman Said Nursi’nin İstanbul Hayatına değiniyoruz. EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Araştırmacı Yazar Abdülbaki Çimiç; Bediüzzaman’ın hayatından tespitler serisinin otuz dördüncü bölümünde bu hafta;

 

 

İttihâd ve Terakkî’ye Bediüzzaman’ın bakışı

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (111)

Bediüzzaman, Münâzarât Risâlesi’nde bir soru üzerine İttihâd ve Terakkî hakkındaki düşüncelerini şöyle ifade eder:

“Sual: İttihâd ve Terakkî hakkında re’yin nedir?

Cevab: Kıymetlerini takdirle beraber, siyâsiyunlarındaki şiddete muterizim. 1 Me’muldür ki, o şiddet nedamete ve şefkate inkılâb etsin. Lâkin onların iktisâdî ve maarifî olan -bahusus şarkî vilayetlerdeki- şubelerini bir derece istihsân ve tebrîk ederim.” 2

Bediüzzaman’ın, “kıymetlerini takdir” ettiği hususlar İttihâd ve Terakkî’nin iktisat ve eğitim alanındaki çalışmaları ve hürriyet taraftarı olmalarıdır. Ayrıca Bediüzzaman, İttihâd ve Terakkî’nin Doğu Anadolu’daki şubelerinin uygulamalarını takdir ettiğini de ifade etmektedir. Çünkü şarkın maarife şiddetli ihtiyacı vardır. Bir derece İttihâdçıların eğitime verdiği desteği, Bediüzzaman da destekler. Çünkü Bediüzzaman, cehaletin maarifet ile tedavi edileceğini şiddetle talep eder. Şarkın kurtuluş reçetesinin ilim ve marifet olduğunu bildiği için 1907’nin son aylarında İstanbul’a da bunun için gitmiştir.

Aynı Risalede İttihâd ve Terakkî’nin de dahil olduğu Jön Türk cereyanı hakkında sorulan suale ise; “İşte onların bir kısmı, İslâmiyet fedâileridir. Bir kısmı da, selâmet-i millet fedâileridir.” 3 diyerek iltifat eder. Cemiyetteki bu çok yönlü ve karışık yapıyı, “Onların ukde-i hayatiyelerini teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihâd ve Terakkî’dir. Ve sizin şu aşairiniz kadar ulema ve meşayih, Jön Türkler meyanında mevcuttur. Vakıa onlarda birtakım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur, yüzde doksanı sizin gibi mutekit (itikatlı) Müslimlerdir. Velhükmü lil-ekser (hüküm çoğunluğa göredir).” 4 sözleriyle ifade eder. Burada da Bediüzzaman farkı görülmektedir. Toptancı bir yaklaşımla değil, âdalet-i mahza ve hakkaniyet içinde meseleye yaklaştığı görülmektedir.

Bediüzzaman, “İttihâd ve Terakkî Cemiyeti”ni bu şekilde analiz edip, bazı yönlerini takdir ederken, bu Cemiyet’in ileri gelenleri de onun hizmet ve eserlerini takdir etmişlerdir. Öyle ki, Enver Paşa, Bediüzzaman’ın savaş sırasında yazdığı İşârâtü’l-İ’câz adlı eserinin basılması için kâğıdını vererek, basılma şerefine hissedar olmak istemiştir.

Şöyle ki: “Cephe-i harbde yazdığı ve şimdi müsadere edilen İşârâtü’l-İ’câz, o zamanın başkumandanı olan Enver Paşa’ya o derece kıymettar görünmüş ki, kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu o yadigâr-ı harbin hayrına, şerefine hissedar olmak fikriyle, İşârâtü’l-İ’câz’ın tab’ı için kâğıdını vererek, müellifinin harbdeki mücahedatı takdirkârâne yâd” 5 etmiş.

İttihâd ve Terakkî’nin Bediüzzaman tarafından eleştirilen yönleri “istibdatçı” (Herkesin şevkini kıran ve neşesini kaçıran ve ağraz ve hiss-i taraftarlığı uyandıran ve sebeb-i tefrika olan cemiyat-ı avamiyeyi teşkiline sebebiyet veren, meşrûtiyetü’l-isim ve müstebidü’l-mana olan, “İttihâd ve Terakkî” ismini de lekedâr eden (Haşiye) 6 buradaki şube-yi hafiyeye muhalefet ettim. Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm. 7) uygulamaları, “dinde laubalilikleri” (Görülmüyor mu ki, İttihâdçılar o kadar harika azm-ü sebat ve fedakârlıklarıyla, hattâ İslâm’ın şu intibâhına da bir sebep oldukları halde, bir derece dinde lâübâlilik tavrını gösterdikleri için, dahildeki milletten nefret ve tezyif gördüler.) ve özellikle Cemiyet’in “İstanbul şubesi”nin uygulamalarıdır. Cemiyetin bu olumsuz uygulamalarını, “İttihâdçıların bozuk kısmının cinayetleri” olarak niteleyen Bediüzzaman, cemiyetin bütün mensuplarını bu olumsuzluklardan sorumlu tutmak istememiştir. Bediüzzaman, İttihâdçıların azim ve sebatlarıyla “İslâm’ın şu intibahı”na sebep oldukları halde, dinde lâkaytlıklarından dolayı milletin nefretini kazandıklarını belirtir. Hatta İslâm dünyasının İttihâdçılara sempatisini de dindeki lâkaytlıklarını bilmemelerine bağlar. 31 Mart Olayı’ndan itibaren yönetimde çeşitli derecelerde etkisi olan bu parti, I. Dünya Savaşı sonuna doğru ciddî saldırılara maruz kaldığında, Bediüzzaman “vasat” tutumunu ortaya koyar. Bu konuda, “İttihâda şedit bir muarızdın. Neden şimdi sükût ediyorsun?” şeklindeki bir soruya şöyle cevap verir: “Dedim: “Düşmanların onlara şiddet-i hücumundan. Düşmanın hedef-i hücumu, onların hasenesi olan azim ve sebattır ve İslâmiyet düşmanına vasıta-i tesmim olmaktan feragatıdır.” 8

Netice olarak Bediüzzaman “Eyyühe’l-eşraf! Biz size hizmet ettiğimiz gibi, siz de bize hizmet ediniz. Yoksa, ey bize vesayete muhtaç çocuk nazarıyla bakan ehl-i hükûmet, size itaat ettiğimiz gibi, saâdetimizi temin ediniz. Ve illâ, ey Kürt ve Türkün cemiyyet-i milliye vazifesini bilistihkak omuzunuza alan eski İttihâd ve Terakkî! İyi ettiniz mezcettiniz. İyi etseniz iyi; ve illâ “Emanetleri ehline verin.” 9 ifadeleriyle İttihâd ve Terakkî’nin müsbet icraatlerini takdir ettiği gibi, onlara her daim yol gösterici ikazlar da yapmıştır.

“Hürriyet ilânıyla ve Otuz Bir Mart vakıasındaki hizmetlerime İttihâd-Terakkî hükümetinin nazar-ı dikkatini celbettim. 10 diyen Bediüzzaman’ın yapmış olduğu bu çok kıymetli hizmetlerini “İttihâd-Terakkî hükümetindeki vatanperverler dahi tasdik etmişler.” 11 Divan-ı Harb-i Örfi’de irtica’ ittihamına ve uygulanan şiddetli istibdad uygulamalarına karşı: “Eğer Meşrûtiyet, İttihâd ve Terakkî partisinin istibdadından ibaret ise, bütün dünya şahid olsun ki ben mürteciim” diyen, darağaçlarına beş para ehemmiyet vermeyen” 12 Bediüzzaman, hayatı boyunca istibdada şiddetli muhalefet etti. Herkese yol gösterir, problemlere çözüm üretir ve asayişin faydasına, memleketin hayrına olan vazifelere bigâne kalmazdı.

Dipnotlar:

1- Adaletin tevziinde adalet olmazsa zulüm görünür. Bir hatır için bin hatır kırılmaz. Şiddet ayrı, hamiyet ayrıdır. Bir hod-pesend hakkı iltizam etse, çokları haksızlığa sevk eder, belki mecbur eder.

2- https://risale.online/soru-cevap/ustad-hazretleri-ve-ittihad-terakki

3- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 255.

4- https://risale.online/soru-cevap/ustad-hazretleri-ve-ittihad-terakki

5- Şuâlar, 2013, s. 721.

6- Haşiye: Maksat, 11 Temmuz evvelki İttihad ve Terakki’dir. Ondan sonrakiler değildir.

7- Eski Said Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfi), 2013, s. 136.

8- Eski Said Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s. 498.

9- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 295.

10- Şuâlar, 2013, s. 782.

11- Müdafaalar, Afyon Mahkemesi Talebe Müdafaaları, Hüsrev Altınbaşak.

12- Müdafaalar, Isparta Mahkemesi [1956] ( Emirdağ C.M.U.si eliyle, Isparta Sorgu Hâkimliğine! Isparta C. Müdde-i Umumisinin 25.3.956 tarih ve 311 sayılı).

Abdülhamid meselesinde Bediüzzaman’ı doğru anlamak

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (112)

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Bediüzzaman ve Sultan Abdülhamid arasında geçen hadiseleri bahsetmek ve târihî seyri içinde olaylara objektif yaklaşmak kolay değildir. Bunu daha önce kaleme aldığımız ve Yeni Asya’da yayınlanan birkaç yazıdan dolayı yakînen biliyorum. Halen en fazla yorum ve itiraz alan yazılar olarak internet sitelerinde bu yazılar duruyor. 1 Bu tür itiraz ve yorumlar, bilgi ve belge kaynaklı değil, tamamen tarafgir ve siyâsetçilik üzerine bina edilmiş olduğu görülüyor. Hadisenin ekser târihçiler noktasından değerlendirilmesi de bundan farklı değil. Anladığımız odur ki, bu konuda Bediüzzaman tam mânâsıyla anlaşılmış da değildir. Hatta yanlış anlaşılmış ve Bediüzzaman’ın ifade etmediği düşünceler ona mal edilmeye çalışılmıştır. Burada ya peşin kabuller, ya da başka saikler söz konusudur. Hâlbuki Bediüzzaman, her meselede olduğu gibi, Sultan Abdülhamid meselesinde de gayet nettir. Görüş, düşünce ve değerlendirmeleri eserlerinde açık olarak ifade edilmiştir. Meseleyi hakkaniyet, hakperest ve adalet içerisinde değerlendirenler bunu açık olarak görecektir. Bizler de daha geniş bir çalışma ile bu konuyu gündemimize almak istedik. Risale-i Nur’u tarayarak Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamid hakkındaki tesbit ve değerlendirmelerinin tamamına ulaşmaya ve değerlendirmeye çalıştık. Gayemiz kaynak ve belgelere dayalı olarak meseleyi tavazzuh ettirmek ve târihe yanlış olarak aksettirilen meselelere cila vurmaya çalışarak yanlış telâkkileri telâfi etmektir.

Bediüzzaman Tımarhaneye Abdülhamin’in Emriyle Sürüklenir

Bilindiği üzere Sultan II. Abdülhamid hakkında ifrât ve tefrît noktada değerlendirmeler var. Hatta zaman zaman hem yazılarda, hem kitaplarda, hem de bizzat muhataplarımızdan dinlediğimize göre Bediüzzaman Hazretleri’nin Sultan II. Abdülhamid ile ilgili tenkitleri olduğu, ona muhalif ve muarız olarak hareket ettiği dillendirilir. Acaba bu gibi mülâhazalar doğru mudur? Elbette bu mülâhazaların bir îzâhı ve açıklaması olmalıdır. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde bu konu ile ilgili açıklamalar yapmış ve meseleyi hakkâniyet içerisinde değerlendirmiştir. Bediüzzaman Hazretleri’nin Sultan Abdülhamid’e mühim tavsiye ve ikazlarda bulunduğu doğrudur. Ancak bu tavsiye ve ikazların konumu, şartları ve zamanı önemlidir. Bediüzzaman 1907’nin son aylarına doğru (18 Kasım 1907’den sonraki bir günde) İstanbul’a gelir, Meşrûtiyet’in ilânından sonra söylediği bir nutkunda, Sultan Abdülhamid’i, “Yaşasın yaraları tedâvi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî” 2 diye vasıflandırırken; Şuâlar eserinde “Merhum Sultan Hamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim.” 3 ifadesi ve “İstanbul’a gelmesiyle beraber merhum Sultan Abdülhamid tarafından suret-i ciddiyede tarassut altına aldırıldı; birkaç kere tevkif edildi. Nihayet bir gün geldi, Said Nursî’yi Üsküdar’a, Toptaşı’na yolladılar.” 4 bilgileri, Bediüzzaman’ın tımarhaneye gönderilmesinin Abdülhamid’in emri ve suret-i ciddiyetle bilgisi dahilinde olduğunu gösteriyor. Öyleyse hadiselere bakarken ve değerlendirirken her iki ciheti de nazar-ı dikkate alarak değerlendirme yapmak gerekir ki, tarafgirlik girmesin ve hakkaniyetle meseleler gün yüzüne çıkmış olsun. Yoksa bir kısır döngü içine girilmiş olur. Birileri Abdülhamid’e zerre kadar kusur iraz etmezken, Bediüzzaman’ı yermeye kalkar. Böylece işin hakikati perdelenmiş olur. Târihî süreci içinde yaşanmış olan doğru hadiseler de karanlıkta kalmaya mahkûm olmuş olur.

İstibdadı Hürriyet Zannetmek

Bediüzzaman, Abdülhamid’in mecbûr kaldığı istibdâd yönetimine de şöyle işaret etmiş ve ona şiddetli hücûm edenlerin çok da haklı olmadığını ifâde etmeye çalışmıştır. “Hem de çok adamlar görmüşüm, Sultan Abdülhamid’e ahrardan ziyâde hücûm ederdi ve derdi: “Hürriyeti ve kânûn-u esâsîyi otuz sene evvel kabûl ettiği için fenâdır.” İşte yahu, Sultan Abdülhamid’in mecbûr olduğu istibdâdını hürriyet zanneden ve kânûn-u esâsînin müsemmâsız isminden ürken adamın sözünde ne kıymet olur.” 5 İlginç değil mi? “Sultan Abdülhamid’in mecbûr olduğu istibdâdını hürriyet zannetmek” düşüncesi galiben halen de izale olmuş değildir. Kanâatim odur ki aradan yüz yıl geçmesine rağmen, bu konuda halen çok fazla bir şeyin değişmediğini yaşadığımız hadiseler gösteriyor.

O Şefkatli Sultana Boyun Eğmedim

Bediüzzaman, Abdülhamid döneminde kendisine yapılan akıl almaz teklifler ve muameleler karşısında “Aklımı fedâ ettim, hürriyetimi terk etmedim. O şefkatli Sultana boyun eğmedim. Şahsî menfaâtimi terk ettim.” 6 ifadeleriyle de duruşunun hakkaniyet ve hürriyet tarafında olduğunu açıkça fiilî olarak göstermiştir. Bediüzzaman’ın asıl maksadı şerîatın tarif ettiği hürriyetin tatbikatı ve istibdadın ref edilmesidir. Bu açık fark kaçırıldığı an, Bediüzzaman yanlış anlaşılacak ve muhalefetinin muhatabı Abdülhamid’in şahsı zannedilecektir. Zaten Abdülhamid muhibbanlarının genel kanaati de böyledir. Netice itibarıyla Bediüzzaman hakkıyla anlaşılamamış veya yanlış anlaşılmış olacaktır.

(Konuya birçok cihetiyle seri yazılar olarak devam edilecektir.)

Dipnotlar:

1- http://www.sorularlasaidnursi.com/bediuzzaman-abdulhamid-han-ve-helallik-meselesi/#comment-7128

2- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Nutuk), 2013, s.182.

3- Şuâlar, 2013, s. 782.

4- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfî), 2013, s. 114.

5- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 238.

6- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi örfi), 2013, s.133.

Bediüzzaman, zayıf ve şiddetli istibdâdı tenkid ediyor

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (113)

Bediüzzaman Hazretleri 1907’de İstanbul’a Padişah ile görüşmeye gittiğinde onunla görüştürülmemiş ve gâyesini (Şarkta din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı üniversite açılması isteğini) padişaha bizzat anlatamamış.

Gelişen hâdiseler farklı noktalara çevrilmiş ve Bediüzzaman Hazretleri yaşadığı hadiseleri: “Vaktâ ki hürriyet divanelikle yâd olunurdu; zayıf istibdâd (Abdülhamid döneminde uygulanan istibdada işaret ediyor.) tımarhaneyi bana mektep eyledi. Vaktâ ki i’tidâl, istikamet; irticâ’ ile iltibâs olundu; Meşrûtiyet’te şiddetli istibdâd (31 Mart sonrası zamana işaret ediyor.), hapishaneyi mektep yaptı.” 1 şekliyle ifade etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri hayatının her devresinde yanlış uygulamaların karşısında tavrını net olarak göstermiştir. Yaptığı ikaz ve ihtarlar yıkıcı olmayıp, yapıcı ve yol gösterici olmuştur. “Fakat, meşrû’, hakîkî Meşrûtiyetin müsemmâsına ahd’ü peymân ettiğimden, istibdâd ne şekilde olursa olsun, Meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım.” 2 diyerek hürriyet ve istibdad meselesinde isimlerin değil, prensiplerin önemli olduğunu söylemiştir. İstibdad ve baskı nereden ve kimden gelirse gelsin Bediüzzaman istibdadın karşısında, hürriyet-i şer’iyenin tarafında duruşunu net olarak göstermiştir. Bediüzzaman bu noktada hiç tereddüt göstermeden duruşunu hakkın hatırından yana kullanmış, şahsın hatırını kırmıştır. Sultan Abdülhamid’in yönetiminde gördüğü hatalar karşısında da bu duruşunu sürdürmüştür. “Bununla beraber, istibdat kendini muhafaza etmek için herkese vesvese verdiği gibi, beni inkılâptan on sene evvel aldattı ki…” 3 ifadeleriyle Bediüzzaman’ın Abdülhamid devrini istibdad olarak niteleyen bu ve benzeri daha birçok tesbiti için Münâzarât eserini biraz karıştırmak yeterli olacaktır. Kulaktan dolma, taraflı ve yalan-yanlış malûmatlarla değil, bu konuda da bizzat eserlerine müracaat edilmelidir.

Zayıf istibdattan sonra şiddetli istibdâda da karşı duruş

Bediüzzaman, hürriyet perdesi altında şiddetli bir istibdatı tesis etmeye çalışanları da teşhis ve tesbit etmiş olup, bunu şöyle ifade etmiş: “Şedît bir istibdâd ve tahakküm, cehalet cihetiyle şimdi hükümfermâdır. Güya istibdâd ve hafîyelik tenâsûh etmiş. Ve maksat da Sultan Abdülhamid’den istirdâd-ı hürriyet (hürriyeti geri almak) değilmiş. Belki hafif ve az istibdâdı, şiddetli ve kesretli yapmakmış.” 4 Burada da görüldüğü gibi Bediüzzaman’ın itiraz ve reddiyeleri, sadece Abdülhamid zamanında uygulanan istibdad yönetimine değil; II. Meşrûtiyet’in ilânından sonra idareye gelen İttihad ve Terakkî yönetimi için de geçerlidir. Dediğimiz gibi Bediüzzaman itiraz ve ihtarlarını şahıslar üzerinden değil, idare ve uygulamalar üzerinden yapmıştır. Bu nokta Bediüzzaman’ın çok önemli bir farkıdır. Bu farkı fark etmeyenler ya cehaletinden, ya taassubundan, yâ da siyasî tarafgirliğinden Bediüzzaman’ın hakperest duruşunu anlayamayacaktır.

Bediüzzaman gazete lisânıyla Abdülhamid’e sesleniyor

Bediüzzaman’ın bir diğer değerlendirmesi de: “Daire-i İslâm’ın merkezi ve râbıtası olan nokta-i hilâfeti elinden kaçırmamak fikriyle ve sâbık Sultan merhûm Abdülhamid Han Hazretleri sâbık içtimâî kusûratını derk ile nedâmet ederek kabûl-ü nasihate isti’dâd kesbetmiş zannıyla ve “Aslâh tarik musalâhadır” 5 mülâhazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infiâlâta mebde ve tohum olan bu vukû’â gelen şiddet sûretini dahâ ahsen sûrette düşündüğümden, merhûm Sultan-ı sâbıka (Sultan Abdülhamid’e) ceride lisânıyla söyledim ki: Münhasif Yıldızı darülfünûn et, tâ Süreyya kadar âli olsun. Ve oraya seyyâhlar, zebânîler yerine ehl-i hakîkat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ Cennet gibi olsun. Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedâvî için büyük dînî darülfünûnlara sarf ile millete iâde et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbetine i’timâd et. Zirâ’, senin şâhâne idârene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti düşünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zekâtü’l-ömrü ömr-ü sâni yolunda sarf eyle. Şimdi muvâzene edelim: Yıldız eğlence yeri olmalı veya darülfünûn olmalı? Ve içinde seyyâhlar gezmeli veya ulemâ tedrîs etmeli? Ve gasp edilmiş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Hangisi dahâ iyidir? İnsaf sahipleri hükmetsin.” 6 Burada da ifade edildiği üzere Bediüzzaman, Abdülhamid Han’a yol gösteriyor, onun içtimâî kusurunu derk edip, nasihatı kabul edebilir ümidiyle gazete lisânıyla telkinatlarda bulunduğunu ifade ediyor. Yeni yönetim şekli olan meşrûti idare sonrası çıkış reçetesi mesabesinde olan önemli tavsiyelerde bulunuyor. Yıldız Sarayı’nı din ve fen ilimleri okutulan bir üniversiteye çevrilmesi konusundaki ısrarını bu defa gazete yazılarıyla ona ulaştırmak istiyor. Milletin asıl hastalığı olan cehaletin ancak bu şekilde izale olunacağını, milletin kalb hastalığının dinî zafiyet olduğunu ve bunun tedavi edilerek ancak kurtulabileceğini anlatıyor. Böylece hem Şark’ın, hem de İstanbul ve Anadolu’nun ihya olabileceğini karşılıklı müsbet ve menfî muvazenelerle ifade ediyor.

Dipnotlar:

1- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi Örfi), 2013, s. 117. 2- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi Örfi), 2009, s. 136. 3- Eski Saîd Dönemi Eserleri Münâzarât), 2009, s. 289. 4- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi Örfi), 2009, s. 144. 5- En güzel yol barıştır. 6- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harbi örfi), 2009, s. 134-135.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.