Bediüzzaman’ın hayatından tespitler – 29

Röportaj

Bediüzzaman’ın hayatından tespitler – 29

Sunuculuğunu Sertaç Lüser’in yaptığı Bediüzzaman Said Nursi’nin Hayatından Tespitler köşesinde bu hafta Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Araştırmacı Yazar Abdülbaki Çimiç, Bediüzzaman Said Nursi’nin İzmit Hayatına değiniyoruz. EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Araştırmacı Yazar Abdülbaki Çimiç; Bediüzzaman’ın hayatından tespitler serisinin yirmi dokuzuncu bölümünde bu hafta;

Bediüzzaman’ın İzmit’e gelmesi

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler-96

Bediüzzaman Hazretleri’nin 31 Mart hâdisesini tasvip etmediği, bunu her ortamda dile getirdiği bilinen bir hakikattir. İtidal ölçüleri içerisinde davranmanın gereğini her daim vurgulamıştır. 20 Nisan’da Volkan Gazetesi’nde hâdise ile alâkalı en son makalesi yayınlanır. Bu makalesinde de aynı minval üzere nasihatlerine devam etmiştir. 31 Mart Vak’ası’nın karışık ve iğtişaşlı günlerinde, bu isyanı ve bu kanlı anarşiyi bastırmak için o zamanlar otuz yaşlarında olan Bediüzzaman, çok çalışıp, büyük gayret göstermiştir. Çeşitli topluluklarda yaptığı nasihatlerle ve cihan değer konuşmalarla bu yangını söndürmek için büyük fedakârlıklar yapmıştır. Böyle bir hâdiseyi desteklemediğini göstermek için bu tarihten sonra İzmit’e geçer. İzmit’te kaldığı süre içinde de uzlaştırıcı ve yatıştırıcı çalışmalarına ara vermeden devam eder. Çünkü Bediüzzaman bir denge, istikamet ve asayişi temin konusunda çok hassas bir insandır. Her ne kadar 31 Mart Vak’ası’nın arkasında derin bir komitenin etkisi ve planı olsa da, hâdiseler çığırından çıktığında Bediüzzaman itidal ve sükûnetin sağlanması için çok gayret ettiği bilinen bir konudur.

Bediüzzaman’ın İzmit’e geldiği ve bazı faaliyetlerde bulunduğu zamanın biraz öncesinde yaşanan hâdiselere kısaca bakalım. 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) Salı günü, Selânik’ten İstanbul’a Meşrûtiyet muhafızı olarak gönderilmiş ve Taşkışla’ya yerleştirilmiş bulunan avcı taburları efradı, zabitlerini kışlalara hapsettikten sonra gece yarısına doğru Sultanahmet Meydanı’nda toplanarak büyük bir isyan başlattılar.1 Bu isyan sırasında, Bediüzzaman’ın rolü daima yatıştırıcı olmuştur. Makaleleriyle, hitabeleriyle, isyan eden sekiz avcı taburuna karşı bizzat yaptığı konuşmalarıyla,2 onları subaylarına itâate dâvet etmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Ancak işler iyice karışmış, hâdiseler çığırından çıkmış ve artık nasihatinde tesir etmediği anlaşılınca 31 Mart’ın o karışık günlerinde Bediüzzaman, İzmit’e gitmiştir. Kaynaklara göre“İzmit’e bağlı Yarımca ve Kalburcu beldelerinde bazı çalışmalarda bulunmuştur.”3

“Karşıla… Kaçma!” fıkrası

31 Mart Vak’ası’nı bastırmak için Selânik’ten gelen Hareket Ordusu, duruma hâkim olup isyanı bastırdıktan sonra Divan-ı Harb Mahkemeleri kurulup cezalandırmalar başlamıştı. 31 Mart’ın o keşmekeş ve hercümerc günlerinde; Bediüzzaman’ın İzmit’e çekildiği görülüyor. “Uğursuz 31 Mart’ta cihan-değer nasihatleriyle ortaya atılan hoca-i dânâya; “böyle tehlikeli zamanlarda kendisini koruması gerektiği” ihtâr edildiği zaman “En büyük ders, doğruluk yolunda ölümünü istihkâr dersi vermektir…” 4 diyerek Yirmi Sekizinci Lem’a’da bu bahis anlatılırken 1325 yani 1909 tarihi gösterilerek şunlar ifade edilmektedir: “Ezcümle: “Akbilvelâtehrab (Karşıla, kaçma)” fıkrası belki altı satırdaki on üç fıkrada istikbalde gelen ve müthiş korkulara düşen birisine hitap ediyor ki, “Karşıla… Kaçma!” deyip teşci’ ediyorlar. Sair fıkraların delâletiyle bu umûmî hitapta husûsî bir muhatap “Said Nursî”dir. O halde “YâSaîde’n Nursî” (Ey Said Nursî!) zammiyle bin üç yüz yirmi beş (1325/1909) eder. Çünkü şeddeli nun iki nun ve “En-Nursî”deki şeddeli ’y’ iki ‘y’dir. İşte o tarihte 31 Mart hâdisesi münasebetiyle İstanbul’dan kaçarak 5 muvakkat bir zaman mücâhede-i mânevîyeyi bırakmak niyetiyle Hareket Ordusu’ndan firar edip İzmit’e geldiği târihe tevafuk ediyor.” 6 Bu hadiseyi Rıfat Yüce, “Kocaeli Tarih ve Rehberi” isimli kitabında “Meşhur Said Nursî’nin Meşrûtiyet’ten evvel ve sonra İstanbul’da bulunarak çeşitli gazetelerde yüce mefkûresini anlatan yazılar yazdığını ve 31 Mart’ın o karışık günlerinde İzmit’e geldiğini yazmakta. Sonra merkez-i umûmî ile temas edildikten sonra tekrar İstanbul’a döndüğünü ifade etmektedir.” 7 Bediüzzaman muhtemelen orada Hazret-i Ali Efendimiz’in “Bedi” mânâsına gelen “Celcelûtiye” ismindeki duâsını okurken “Karşıla! Kaçma!” hitabına muhatap olunca tekrar İstanbul’a dönme kararı aldı. Resmî makâmlara teslim olunca Bediüzzaman’ın kama ve rovelverine el konulmuş olmalı ki 24 Mayıs 1909 tarihinde Zaptiye Nezareti İzmit Polis Komiserliği’ne bir tezkire göndererek Bediüzzaman’ın kama ve rovelverinin Zaptiye Nezareti’ne iade edilmesi istenir.

Bediüzzaman’ın kama ve rovelverine el konulması

Bediüzzaman, 31 Mart Hâdisesi sonrası memleketine dönmeye ve bu zulümleri görmekten ise uzaklaşmaya karar vermiş ve yola çıkmıştır. Ancak Osmanlı Arşivi’ndeki bir belgeden İzmit’te gözaltına alındığı ve elinden rovelver tabancası ile kamasının alınarak İstanbul’a gönderildiği anlaşılmaktadır. Zira Divân-ı Harbe verilmesinden bir gün sonra, İzmit’te alıkonulan sözkonusu silâhlarının İstanbul’a iadesi istenmektedir.

İlgili belgede şu ifadeler geçer:

“11 Mayıs 1325 (24 Mayıs 1909) Mektubî Kalemine Mahsus, 309

İzmid Polis Komiserliği’ne Bediüzzaman Kürd Sa’id Efendi’den idârece alınmış olan bir kama ile rovelverin seri’an Dâire-i Zabtiye’ye gönderilmesi. Tebyiz” 8

Dipnotlar:

1- Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, Ocak 2000, s. 131.

2- Hutbe-i Şamiye, İstanbul, YAN, s. 95 (Ayrıca Bak. Volkan Gazetesi’nin 110. sayısı)

3- Öztüre, Avni, Resim-Fotoğraf-Belgelerle Yarımca Tarihi, İstanbul, Çeltüt Matbaası, 1971 Aralık, s. 93.

4- ABIBSNİŞ, Cilt-I, s. 630.

5- Burada ifade edilen “kaçma” suçlu bir kişinin kaçması değil, 31 Mart’ın o keşmekeş vaziyetinden hızf-ı hayatı muhafaza sadedindedir.

6- Lem’alar, Yirmisekizinci Lem’a, 2013, s. 600.

7- Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, s. 122.

8- BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi), ZB. 629/55, 11 Mayıs 1325 (24 Mayıs 1909).

Bediüzzaman’la İzmit’te yapılan mülâkat

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler-97

İzmitli gazeteci ve o zamanın İzmit’teki İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin ileri gelenlerinden olan Rıfat Yüce, ‘Kocaeli Tarih ve Rehberi’ isimli kitabında Bediüzzaman’ın İzmit’e geldiği zaman kendisiyle yaptığı görüşmeyi anlatıyor. Rıfat Yüce’nin yazdığına göre; Bediüzzaman İzmit’e geldiğinde, bu durumu İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin merkezine bildiriyorlar. Merkez de tutuklanmasını söylüyor ve Bediüzzaman gözaltına alınıyor.1 Kitabının daha sonraki sayfalarında Rıfat Yüce, Bediüzzaman’ın İzmit’e gelişini ve aralarında geçen ilişkileri ve konuşmaları şu şekilde aktarıyor: “31 Mart olayı olduktan sonra, gün aşırı cemiyette toplantılar yapıyorduk. Yeni haberler öğrenmek için her gün İstanbul’dan gelen treni karşılamak için istasyona giderdim. Bir gün gittiğimde trenin askerle dolu olduğunu gördüm. Hareket Ordusu İstanbul’a yaklaştığında İstanbul’da isyan etmiş olan askerler sırayla memleketlerine gidiyorlarmış. Onlarla biraz konuştum. Bu hareketlerinin iyi olmadığını ve geri dönmeleri gerektiğini söyledim. Onlar da ‘Memleketimize bir gidelim düşünürüz’ gibi bir cevap verdiler. Ertesi gün yine istasyona gittiğimde geç kalmıştım. Tren gelmiş, yolcular şehre doğru geliyorlardı. Aralarında farklı elbiseli bir zat gördüm. Herkes ona bakıyordu. Kim olduğunu sordum. Bediüzzaman Said Nursî dediler. Bu zatın şöhretini daha Meşrûtiyet ilân edilmeden önce duyuyordum. Diyorlardı ki; ’Doğudan bir Kürt Hoca gelmiş, İstanbul ulemasının takdirlerini kazanmış. ‘Meşrûtiyet ilân edildikten sonra bu zat matbuat sahasına çıktı. (…) Fikrî ve mütalâaları halkın dinî hislerini okşar surette olduğundan onun yazısı çıkan gazeteler çok okunurdu. Said Nursî İstanbul hamallarının kaba kumaştan yaptırmış oldukları dayanıklı elbiselerden giyinmiş, ama buna birçok ilâveler yapmış, kollarına yakasına çeşit çeşit yamalar, allı, mavili, kırmızı, pembe ve açık ve kolları, renk renk ve insanın aklına ne türlü gelirse o renkleri Bediüzzaman’ın elbisesinde bulabilirsiniz. Böyle türlü renklerin olması bilgin olduğuna işaretmiş. Sarığı da aynı şekildeydi. Ben bunun benzeri birisini görmüştüm, ama o meczuptu. Fakat bu öyle değil.” 2

Rıfat Yüce, bunları söyleyerek, kendisine verilen “Bediüzzaman’ın maddî ihtiyaçlarıyla (yatacak yer temini vs.) ilgilenmek, fikirlerini anlamak” gibi görevleri için bir otele yerleştiriyor. Yemek yediriyor. Bediüzzaman da namazını kılıp uykuya çekiliyor.

Bu arada İttihat ve Terakkî merkezinden Bediüzzaman’ın tutuklanması için emir geliyor. Tutuklanıyor ve İzmit Polis dairesinde Divan-ı Harb’e çıkarılıncaya kadar tutuklu olarak kalıyor.

Rıfat Yüce Bediüzzaman ile mülâkat yapıyor

Otelde İzmit eşrafından ve özellikle muhafazakâr kısımdan birçok kişi ziyarette bulunuyor. Bu arada Rıfat Yüce de bazı sorular soruyor. Bu sorular ve cevapları şöyledir;

1. İstanbul bilginleri ile konuşma yapıp yapmadıklarını sordum. Cevaben; ‘İstanbul bilginleri ile gö-rüştüm. Onlar çok iyi adamlar, fakat pek çokları derin bilgin değillerdir.’ dedikten sonra içlerinde Farsça bilenlerin az olduğunu ilâve etti. ‘İçlerinde sarf ve nahiv kaidelerle mantık, beyan, belâgat, bedii, fıkıh usûlü, fıkıh, kelâm, hikmeti atik iyi bilenler var’ diyerek takdir eden bir dil ile anlatmıştı.

2. ‘Niçin memleket elbisesini giyiyorsunuz?’ sorusuna da; ‘Bizim memleket halkı böyle giyer, ben de o halktan biriyim. Hocalar içinde İstanbul bilginleri gibi seçilmiş ayrı bir elbise yoktur. Yalnız bu renkler bilgin olduğuna işarettir’ dedi.

3. İnkılâbı (Meşrûtiyetin ilânını) nasıl karşıladığı sorusuna cevabı ise; ‘İnkılâbı iyi karşıladım. Allah’ın emri mucibince hareket edilirse iyi… Fakat İstanbul’un kötü düşünceli adamlarının elinde âlet olursa tabi kötü olur. Ben İnkılâb’dan sonra Selânik’e gittim. Niyazi ve Enver Beyler’le görüştüm. Onların fikirleri ve yapmak istedikleri şeyler çok iyi, fakat iş İstanbul’da bozuluyor.’

4. Muhaliflere ve gazetelere yazdıkları hakkında sorduğum soruya cevabı; ‘Meşrûtiyet ilân edildikten sonra İstanbul gazetecileri yanıma geliyorlar. Onlarla konuşurken söylediklerime, ertesi gün gazetelerinde birçok şeyler daha ilâve ettikleri halde görüyorum. Zira yazım düzgün değildir ve kitâbetim yoktur. Onlar iyi kâtip, gazete usûlü üzerine yazıyorlar. En çok yazı da İkdam Gazetesi’ne veririm. O hep doğru yazıyor. Volkan ve Serbestî gazeteleri çok ilâve yapıyorlar. Ben ancak gazetede görüyorum’ dedi.

5. İstanbul’dan niçin kaçtığını ve sonra ne yapacağını sordum. Cevaben; ‘İstanbul’dan korkudan kaçmadım, bir karışıklık var da ondan geldim. Buradan da Anadolu içlerine gideceğim’ dedi. Bu soru-cevaplar karşısında Rıfat Yüce, Bediüzzaman’ın Anadolu içlerinde yaşamış olmasına rağmen birçok ilmi okuduğuna ve bilgi sahibi olduğuna karar veriyor. Kaç yaşında olduğunu sorup, otuz iki 3 olduğu cevabını alıyor. Yaşını söyledikten sonra da Üstad Said Nursî; “Fakat bu son sekiz ay içinde yarım asırlık olaylara şahid oldum” diyor. 4

Bediüzzaman Abdülhamid ile görüştü mü?

Burada dikkatimizi çeken nokta Bediüzzaman’ın Rıfat Yüce’ye Abdülhamid ile görüştüğünü ifade etmesidir.

Rıfat Yüce’nin Padişah ile görüşüp görüşmediği sorusuna Bediüzzaman’ın ‘Önceden Abdülhamid ile görüşmüştüm. Fakat dün de saraya gittim. Millet arasında fitne fesat ika eden emrin şer’an halli vacip olduğunu söyledim. Bunun üzerine bugün de buraya geldim.”5 ifadesi teyid ve belgeye muhtaçtır. Hele hele 31 Mart hadisesinin çok şiddetli olarak yaşandığı saray ve çevresine yaklaşıp Padişah Abdülhamid ile görüşmek neredeyse mümkün görülmüyor. Zaten Sultan’ın sarayından dışarı çıkıp dolaştığı çok vaki değil. Daha önceki zamanlarda Bediüzzaman görüşmek için Mabeyn’e müracaat ettiği halde görüştürülmediğini kendisi ifade ediyor. Rıfat Yüce ise Bediüzzaman için “Önceden Abdülhamid ile görüşmüştüm. Fakat dün de saraya gittim.” şeklinde ifade etmiş. Bu mümkün gözükmüyor. Böyle bir görüşmeyi bu zamana kadar ne Bediüzzaman, ne de talebeleri aktarmıyor. Belgelerde de böyle bir bilgiye tevafuk edemedik. Bildiğimiz, Bediüzzaman’ın Abdülhamid ile görüşmek için Mabeyn’e kadar gitmesi, dilekçe vermesi ve görüştürülmeyerek geri dönmesi şeklindedir. Bu minvalde Araştırmacı Yazar Müfid Yüksel “Bediüzzaman’ın Sultan II. Abdülhamid ile vaki olan bir görüşmesi yok. Yıldız Saray-ı Hümayunu’nda Mabeyn’e bir layiha arz ediyor. Oradaki Mabeyn görevlileri de onu Tımarhaneye gönderiyor. Asıl problemin kaynağı bu olay.”6 ifadesi ile görüşme olmadığını; ayrıca bir başka araştırmada “Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Sultan Abdülhamid ile görüşmeye gelmiş, fakat o günün şartları içinde şifahî bir görüşme olmamıştır.”7 ifadelerine yer veriliyor.

Arşiv Belgeleri kaynağında ise İstanbul’a geldiğinde “Padişahla görüşmek istemiş, fakat görüşememesi neticesinde bir dilekçe ile Mâbeyn-i Hümâyun’a müracaat etmek suretiyle teşebbüse geçmiştir.”8 İfadeleri yer almaktadır. Bu konunun takipçisi olacağımızı belirtir, ciddî bir belgeye ulaşırsak meseleyi tavazzuh ettirebiliriz inşâallah.

Dipnotlar:

1- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 119.

2- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 236.

3- Nisan 1909 tarihinde Bediüzzaman’ın yaşı belgelere göre 32 değil, 31’dir.

4- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 237.

5- Rıfat Yüce, Kocaeli Tarih ve Rehberi, Eylül 2007, s. 237.

6- https://twitter.com/mufidyuksel/status/1279573882240995328

7- http://www.ittihad.com.tr/bediuzzaman-hazretlerinden-yedi-devlet-adamina-7-mektup

8- Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursî’nin İlmî Şahsiyeti, Cilt-I, s. 377.

Bediüzzaman’ın İzmit’ten İstanbul’a sevki

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler-98

Bediüzzaman, 31 Mart olaylarının o karışık günlerinde, Gebze eski Belediye Başkanı’nın da önceki davetine icabet etmek, hem de İstanbul’un karışık ortamından kurtulmak üzere, İzmit’e geçer. İzmit’ten daha da uzaklara gitmeyişini bilakis İstanbul’a dönüş vesilesini beklediğine dair aldığı mânevî ihtarı Yirmi Sekizinci Lem’a, Birinci Nüktesi’nde; “31 Mart hâdisesi münasebetiyle, İstanbul’dan kaçarak muvakkat bir zaman mücahede-i mâneviyeyi bırakmak niyetiyle, Hareket Ordusu’ndan firar edip İzmit’e geldiği tarihe tevafuk ediyor.” ifadesi mevcuttur. Buradan da; “Hazret-i Ali’nin (r.a.) ‘Bedi’ anlamındaki Celcelûtiye’sini okurken: “Yâ Saîde’n Nursî” (Ey Said Nursî!) zammiyle bin üç yüz yirmi beş (1325/1909) eder. İşte o tarihte: “Akbilvelâtahreb” (Karşıla! Kaçma) ve yine “Vela’tahşe..” tabirinin de: “Hâkimler, padişahlar, reislerin sana hücûmlarından ve esaretlerinden ve yakalamalarından korkma!” hitabına muhatap olduğunu, İstanbul’a dönme kararını alarak bir vesile beklemeye başladığı anlaşılmaktadır. Buradan da Bediüzzaman’ın hemen bütün hayatında olduğu gibi, 31 Mart olaylarında da yine Şeyh Geylâni’nin mânevî yönlendirilmesi ve himâyesi altında olduğunu anlamaktayız.

İzmit’te tevkif edilerek İzmit’ten trenle İstanbul’a sevk edilişini ve Harbiye Nezareti nezarethanesine konmasını Ceride-i Sofiye Gazetesi 18 Nisan 1325 tarihli nüshasında haber vermektedir. Gazete en erken bir önceki gün havadislerini yazdığına göre, tevkifin 17 Nisan 1325’te yani 30 Nisan 1909 günü gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Gazete baş sayfanın üst kısmında yer alan haberde, onun İzmit’te tutuklandığı, trenle Dersaadet’e(İstanbul’a) gönderildiği, ardından Harbiye Nezareti’ne nakledildiği bildiriliyordu.

1 Mayıs 1909 târihli Cerîde-i Sufiyye şu haberi geçer:

“Bedîüzamân-ı Kürdî, İttihâd-ı Muhammedî Cem’iyeti a’zâsından bulunan Kürd Hoca denmekle ma’rûf Bedîüzzamân Sa’îd dün İzmit’te tevkîf olunarak şimendüferle Dersaâdet’e gönderilmiş ve Dâire-i Harbiye’ye i’zâm kılınmıştır.”

Son Şahitler’de Bediüzzaman’ın İzmit’ten sevki

Bediüzzaman’ın İzmit’e geldiği merkez-i umûmîye soruldu, nezaret altına alınması cevabı geldi. O karışık günlerde, sanki Bediüzzaman da isyancıymış gibi, İzmit’ten alınarak İstanbul’a getirilmişti. Bütün mübarek ömrü boyunca asayişin, nizam ve intizamın taraftarı ve hizmetkârı olan Bediüzzaman gibi bir şahsiyeti bilemeyen nâdanlar, başkalarıyla kıyaslıyorlardı. İşte bunlardan birisi de Mahmud Şevket Paşa’ydı. 31 Mart hâdisesine karışan isyancılar birer birer toplanarak, bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin arkasında bulunan Bekir Ağa Bölüğü denilen hapishaneye atılıyorlardı. Kocaeli’den İstanbul’a dönen Bediüzzaman’ı da, diğer mahkûmlarla beraber muhakeme edilmek üzere, Bekir Ağa Bölüğü’ne kapatmışlardı. Hem de ağır ceza alabilecek idamlıkların koğuşuna… İşte Sultan II. Abdülhamid devrinin namlı paşalarından Kabasakal Mehmed Paşa ile Genç Bediüzzaman, Bekir Ağa Bölüğündeki idam hücresinde karşılaşmışlardı. Bu hatıra ve tespitleri 31 Mart hâdisesinde idam mahkûmlarının celladı Hasan ismindeki bir zabitin hatıra notlarından okumaktayız.”

Bediüzzaman’ın Nezarete konması

İzmit’ten trenle İstanbul’a sevk edilen Molla Said Harbiye Nezareti nezarethanesine konur. Burada, 31 Mart harekâtı ile birlikte Merkez Kumandanı olan Enver Bey (Paşa) ile bire bir görüştükleri ve aralarında bir yakın dostluk kurulduğunu esaret dönüşünde, Enver Paşa’nın Bediüzzaman’ı takdiri ile kendisini Genelkurmay adına o zamanın en yüksek ilmî hey’eti olan Daru’l Hikmet’il İslâmiye’ye kurucu aza olarak Padişah tarafından tayin ettirmesinden anlıyoruz. 31 Mart’ta İstanbul Merkez Komutanlığı’ndaki nezaret günlerinin ardından Bekir Ağa Bölüğü Cezaevine konulan Bediüzzaman Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanır.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.