Sünnet-i Seniyye’nin hakikati nedir?

Risale-i Nur

Sünnet-i Seniyye’nin hakikati nedir?

Risale-i Nur’dan Dersler bölümünün bu haftaki konuğu Bekir Yıldız oldu. Programda Bekir Yıldız, Lemalar isimli eserden 11. Lema‘dan “Sünnet-i Seniyye’nin hakikati nedir?” konulu bir dersi icra etti. EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

Programda

  • Mirkatüs’s-sünne ve tiryaku marazı’l-bid’a
  • Sünnet-i seniyyeye ittiba kıymettardır
  • Sünnet-i seniyyeye ittibaı tarikat ittihaz etmek
  • Ne vakit sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor
  • Bana dehşet veren üç müthiş cenaze
  • Sünnet-i Seniyye’nin hakikati nedir?
  • Beşer canibinden sünnet-i seniyye nedir?

Lem’alar, On Birinci Lem’a

On Birinci Lem’a

Mirkatü’s-Sünne ve Tiryaku Marazı’l-Bid’a

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
لَقَدْ جَاۤءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُفٌ رَحِيمٌ 1

Şu âyetin birinci makamı Minhâcü’s-Sünnet, ikinci makamı Mirkatü’s-Sünnettir.

2 فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

3 قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ

Bu iki âyet-i azîmenin yüzer nüktesinden on bir nüktesi icmâlen beyan edilecek.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere çok şefkatli, çok merhametlidir.” Tevbe Sûresi, 9:128.
2 : “Eğer senden yüz çevirecek olurlarsa de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur.” Tevbe Sûresi, 9:129.
3 : “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

BEŞİNCİ NÜKTE

1 قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ âyet-i azîmesi, ittibâ-ı sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat’î bir surette ilân ediyor. Evet, şu âyet-i kerime, kıyâsât-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnâî kısmının en kuvvetli ve kat’î bir kıyasıdır. Şöyle ki:

Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnâî misali olarak deniliyor: “Eğer güneş çıksa gündüz olacak.” Müsbet netice için denilir: “Güneş çıktı. Öyleyse netice veriyor ki, şimdi gündüzdür.” Menfi netice için deniliyor: “Gündüz yok. Öyleyse netice veriyor ki, güneş çıkmamış.” Mantıkça, bu müsbet ve menfi iki netice kat’îdirler.

Aynen böyle de, şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah’a muhabbetiniz varsa, Habibullaha ittibâ edilecek. İttibâ edilmezse, netice veriyor ki, Allah’a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki, Habibullahın Sünnet-i Seniyyesine ittibâı intaç eder.

Evet, Cenâb-ı Hakka iman eden, elbette Ona itaat edecek. Ve itaat yolları içinde en makbulü ve en müstakimi ve en kısası, bilâşüphe, Habibullahın gösterdiği ve takip ettiği yoldur.

Evet, bu kâinatı bu derece in’âmât ile dolduran Zât-ı Kerîm-i Zülcemâl, zîşuurlardan o nimetlere karşı şükür istemesi, zarurî ve bedihîdir.

Hem bu kâinatı bu kadar mucizât-ı san’atla tezyin eden o Zât-ı Hakîm-i Zülcelâl, elbette, bilbedâhe, zîşuurlar içinde en mümtaz birisini Kendine muhatap ve tercüman ve ibâdına mübelliğ ve imam yapacaktır.

Hem bu kâinatı had ve hesaba gelmez tecelliyât-ı cemal ve kemâlâtına mazhar eden o Zât-ı Cemîl-i Zülkemal, elbette, bilbedâhe, sevdiği ve izharını istediği cemal ve kemal ve esmâ ve san’atının en câmi ve en mükemmel mikyas ve medarı olan bir zâta, herhalde en ekmel bir vaziyet-i ubudiyeti verecek ve onun vaziyetini sairlerine nümune-i imtisal edip herkesi onun ittibâına sevk edecek. Tâ ki o güzel vaziyeti başkalarında da görünsün.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

Elhasıl: Muhabbetullah, Sünnet-i Seniyyenin ittibâını istilzam edip intaç ediyor. Ne mutlu o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, Sünnet-i Seniyyeyi takdir etmeyip bid’alara giriyor.

ONUNCU NÜKTE

1 قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ âyetinde i’câzlı bir îcâz vardır. Çünkü çok cümleler bu üç cümlenin içinde derc edilmiştir. Şöyle ki:

Şu âyet diyor ki: “Allah’a (celle celâluhu) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz; Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”

İşte bütün bu cümleler, şu âyetin yalnız mücmel ve kısa bir meâlidir. Demek oluyor ki, insan için en mühim, âli maksat, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine mazhar olmasıdır. Bu âyetin nassıyla gösteriyor ki, o matlab-ı âlânın yolu Habibullaha ittibâdır ve Sünnet-i Seniyyesine iktidâdır. Bu makamda üç nokta ispat edilse, mezkûr hakikat tamamıyla tezahür eder.

BİRİNCİ NOKTA: Beşer, fıtraten, şu kâinatın Hâlıkına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır. Çünkü fıtrat-ı beşeriyede cemâle karşı bir muhabbet ve kemâle karşı perestiş etmek ve ihsana karşı sevmek vardır. Cemal ve kemal ve ihsan derecâtına göre o muhabbet tezayüd eder, aşkın en müntehâ derecesine kadar gider.

Hem bu küçük insanın küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hafıza, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.

Madem fıtrat-ı beşeriyede ihsan ve cemal ve kemâle karşı böyle hadsiz bir istidad-ı muhabbet vardır. Ve madem bu kâinatın Hâlıkı, kâinatta tezahür eden âsârıyla bilbedâhe tahakkuku sabit olan hadsiz cemâl-i mukaddesi, bu mevcudatta tezahür eden nukuş-u san’atıyla bizzarure sübutu tahakkuk eden hadsiz kemâl-i kudsîsi ve bütün zîhayatlarda tezahür eden hadsiz envâ-ı ihsan ve in’âmâtıyla bilyakin ve belki bilmüşahede vücudu tahakkuk eden hadsiz ihsânâtı vardır.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.

Elbette, zîşuurların en câmii ve en muhtacı ve en mütefekkiri ve en müştâkı olan beşerden, hadsiz bir muhabbeti iktiza ediyor.

Evet, herbir insan o Hâlık-ı Zülcelâle karşı hadsiz bir muhabbete müstaid olduğu gibi, o Hâlık dahi herkesten ziyade cemal ve kemal ve ihsanına karşı hadsiz bir mahbubiyete müstehaktır.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.