Siyasi değişiklikler İslam’a zarara verir mi?
Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin konuğu Ahmet Cemil Çökren oldu.
Ahmet Cemil Çökren, Risale-i Nur Külliyatı, Beyanat ve Tenvirler isimli eserden “Siyasi değişiklikler İslam’a zarar verir mi?” konulu bir ders icra etti.
EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.
- Beyanat ve Tenvirler neden ve nasıl hazırlandı? – Süleyman Kösmene’nin 31.03.2017 tarihli Yeni Asya Gazetesi yazısından iktibas
- Şeriat, istibdadı izale için yeryüzüne geldi
- Siyasi değişiklikler İslamiyet’e zarar vermez
Beyanat ve Tenvirler’ neden hazırlandı?
ZÜBEYİR AĞABEY’İN ALDIĞI SADÂKAT DERSİ
Millî Nizam hareketinin başına o zaman Odalar Birliği İdare Heyeti üyesi bulunan Profesör N. Erbakan getirilmek istenince, Erbakan: “Ben şeyhime sormadan böyle bir şeye karar veremem!” diyor. Ve bir Nur Talebesi olan eski senatör Hacı Tevfik Paksu’ya: “Bizim adabımızda şeyhin yanında konuşulmaz. Beraber gidelim. Siz parti meselesini açın. Eğer Şeyh Hazretleri susarsa, bu tasdik ve tasvip manasındadır. Partiyi kurarız.” diyor.
Birlikte Mehmet Zahit Kotku Efendiye gidiyorlar. Tevfik Paksu konuyu açıyor. Şeyh sükût ediyor. Ve parti kurma talimatı böylece alınmış oluyor.
Tevfik Paksu bu meseleyi Zübeyir Abiye anlattığında, Zübeyir Ağabey: “Allah senden razı olsun Tevfik kardeşim. Sen bana Üstadıma sadâkat dersi öğrettin! Bir Profesör şeyhine sormadan bir iş yapamıyorsa; müceddit ve cihanşumul bir hüviyeti bulunan Üstadıma sadâkatte daha ne kadar mesafe kat etmem gerektiğini çok güzel öğrettin.” diyor.3
Bu ve buna benzer din adına siyasî eğilim tehlikesi ciddî olarak tekrar nüksedince, Zübeyir Ağabey bu eğilime karşı Üstadın çizgisini net olarak ortaya koymak için Risale-i Nur’dan mektup ve bölümlerle Beyanat ve Tenvirler kitabını hazırlıyor.
Beyanat ve Tenvirler Nurcuların istikamet rehberi hüviyetinde çıkıyor.
*****
Beyanat ve Tenvirler
Şeriat, istibdadı izale için yeryüzüne geldi
Sual: “Şu pis istibdat ne vakitten beri başlamış, geliyor?”
Cevap: İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa bunu da beraber getirmiştir.
Sual: “Demek istibdat hayvaniyetten gelmedir?”
Cevap: Evet. Müstebit bir kurt, bîçare bir koyunu parça parça etmek, daima kavî, zayıfı ezmek, hayvanların birinci düstur ve kavanîn-i esasiyesindendir.
Sual: “Sonra?”
Cevap: Şeriat-ı Garra zemine nüzûl etti; ta ki, zeminin yüzünü temiz ve insanın yüzünü ak etsin, şu insaniyetten siyah lekesini izale etsin; hem de, izale etti. Fakat, vaesefa ki, muhît-i za-manî ve mekanînin tesiriyle, hilafet saltanata inkılap edip, istibdat bir parça hayatlandı. Ta Yezid zamanında, bir derece kuvvet bularak, başını kaldırdığından, İmam Hüseyin Hazretleri hürriyet-i şer’iye kılıncını çekti, başına havale eyledi. Fakat, ne çare ki, istibdadın kuvveti olan cehil ve vahşet, cevanib-i alemde zeynab gibi Yezid’in istibdadına kuvvet verdi.
Sual: “Şimdiki meşrûtiyet, istibdat nerede? Onların harekatı nerede? Hilafet, saltanat nerede? Nasıl tatbik ediyorsun? Yekdiğerine musâfaha ve temas ettiriyorsun, aralarında karnlar ve asırlar var?”
Cevap: Meşrûtiyetin sırrı, kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası, kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tabî edebilir, hak kuvvetin mağlûbu. Fakat, bu iki ruh her zamanda birer şekle girer, birer libas giyer. Bu zamanın modası böyle giydiriyor. Zannolunmasın, istibdat galebe ettiği zaman tamamen hükmünü icra etmiş, meşrûtiyet mağlûp olduğu vakit mahvolmuş. Kellâ! Kainatta galib-i mutlak hayır olduğundan, pekçok enva ve şuubât-ı heyet-i içtimaiyede meşrûtiyet hükümferma olmuştur. Cidal berdevam, harb ise seccaldir.
Sual: “Bazı adam, ’Şeriata muhaliftir’ diyor?”
Cevap: Rûh-u meşrûtiyet, Şeriattandır; hayatı da ondandır. Fakat ilcâ-i zarûretle teferruat olabilir, muvakkaten muhalif düşsün. Hem de, her ne hâl ki, meşrûtiyet zamanında vücuda gelir. Meşrûtiyetten neş’et etmesi lazım gelmez. Hem de, hangi şey vardır ki, her cihetle Şeriata muvafık olsun; hangi adam var ki, bütün ahvali Şeriata mutabık olsun? Öyle ise şahs-ı mânevî olan hükûmet dahi masum olamaz; ancak Eflatûn-i İlahînin medîne-i fazıla-i hayaliyesinde masum olabilir. Lâkin, meşrûtiyet ile sû-i istimalatın ekser yolları münsed olur; istibdatta ise açıktır.
Sual: İ’tiraz ettiğin şeye nasıl cevap veriyorsun?
Cevap: Ben libasa ilişiyordum. Hükümet iyi bir adamdır. Pislerin libasını giymişti. Biz o libası yırtmak ve yıkamak isterdik, olamadı. Zamana bıraktık; ta yavaş yavaş yırtılsın. Evet, na-mazı kılıyordu, kıbleyi tanımıyordu; sonra tanıdı ve tanıyacaktır. Ehvenüşşerreyn, bir adalet-i izafiyedir. Fakat kemal-i telehhüf ile bağırıyorum ki, şiddete inkılap eden fikr-i intikamın tedâhülü ve heyecanâtı intac eden tecrübesizlik, üzerimize emri şiddetlendirdi, pahalaştırdı. Muvakkaten, bir nevî karanlık çöktü. Emîn olunuz ki, çekilecektir.
Sual: “Neden makine-i ahval güzelce işlemiyor?”
Cevap: Zîra tecrübe, hamiyet, nûr-u kalb ve nûr-u fikri cem’ edenler, vezaife kifayet etmezler. Bazı ehl-i gayret ve hamiyette, meyl-i tahrip meleke olmuş; tamire pek alışık değildir. Bazı ehl-i tecrübe ve tâmir ise, eskisine bir derece meyil ile, istidatları pek müsait değildir. Demek, bize bir nesl-i cedîd lazımdır.
Bunu da cidden söylüyorum: Eğer, meşveret Şeriattan bir parmak müfarakat ederse, eski hal yüz arşın ayrılmıştır.
Sual: “Neden?”
Cevap: Bir ince teli, rüzgar her tarafa çevirebilir. Fakat içtima ve ittihat ile hasıl olan hablü’l-metîn ve urvetü’l-vüska değme şeylerle tezelzül etmez. İcma-ı ümmet, Şeriatta bir delil-i yakînîdir. Rey-i cumhur, Şeriatta bir esastır. Meyelan-ı âmme Şeriatta mûteber ve muhteremdir.
İşte, bakınız: Eski padişahların iradesini, Ermeni rüzgarı ve ecnebî havası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. O da, sükûta rüşvet-i mâneviye olarak, birçok ahkâm-ı Şeriatı fedâ ediyordu. Şimdi kapı açıldı; fakat, tamamı ileride. Üç yüz ara-i mütekabile ve efkar-ı mü-tehalife, hak ve maslahattan başka birşey ile musalaha etmez veya sükût etmezler.
Hak ve maslahat ise, Şeriatta esastır. Fakat, kaide-i şer’iye-since bazan haram bildiği-miz şey, ilca-i zarûretle vacip olur. Taaffün etmiş parmak kesilir; ta el kesilmesin. Selamet-i millet, cevher-i hayata tevakkuf etse, vermekten tevakkuf edilmez; nasıl ki, edilmedi. Dünyada en acîb, en garibi, rûhunu iftiharla selamet-i millete feda edenlerden, bazan garazında menfaat-i cüz’i-ye-i gurûriyesinde buhl eder, vermiyor.
Demek, Şeriatı isteyenler iki kısımdır: Biri, muvazene ile zar-reti nazara alarak, müdakkik…ne meşrûtiyeti Şeriata tatbik etmek istiyor. Diğeri de, muvazenesiz, zahirperestane, çıkılmaz bir yola sapıyor.
Münâzarât, ss. 37-41.
Siyasî değişiklikler islâmiyete zarar veremez
Sual: “Dîne zarar olmasın, ne olursa olsun?”
Zarûretler haramları mübah kılar.
Cevap: İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan, yalnız kendine gece yapar. Hem de, mağlûp bîçare bir reise yahut müdâhin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere îtimat edilirse ve dînin himayesi onla-ra bırakılırsa mı daha iyidir? Yoksa efkar-ı amme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan-herkesin kalbindeki şefkat-i îmâniye olan-envar-ı İlahînin lemeatının içtimalarından ve hamiyet-i İslamiyenin şerarât-ı neyyirânesinin imtizacından hasıl olan amûd-u nûranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir? Siz muhakeme ediniz.
Evet, şu amûd-u nuranî, HAŞİYE dînin himayetini şehametinin başına, murakabenin gözüne, hamiyetinin omuzuna alacaktır. Görüyorsunuz ki, lemeat-ı müteferrika tele’lüe başlamış, yavaş yavaş incizab ile imtizaç edecektir. Fenn-i hikmette takarrür etmiştir ki, hiss-i dînî, bahusus dîn-i hakk-ı fıtrînin sözü
HAŞİYE: Risale-i Nur’u hissetmiş ki, üç sayfa ile cevap veriyor. Fakat, siyaset perdesi başka renk vermiş.
daha nafiz, hükmü daha alî, tesiri daha şedittir.
Elhasıl: Başkasına îtimat etmeyen nefsiyle teşebbüs eder. Size bir misal söyleyeceğim:
Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi, herbiriniz bazı koyunları bir çobanın uhdesine vermişsiniz. Halbuki çoban tenbel ve muavini kayıtsız, köpekleri değersizdir. Tamamıyla ona îtimat etseniz, rahatla evlerinizde yatsanız, bîçare koyunları müstebit kurtlar ve hırsızlar ve belâlar içinde bıraksanız daha mı iyidir; yoksa onun adem-i kifayetini bilmekle, nevm-i gafleti terk edip hanesinden herbiri bir kahraman gibi koşsun, koyunların etrafında halka tutup, bir çobana bedel bin muhafız olmakla hiçbir kurt ve hırsız cesaret etmesin, daha mı iyi-dir? Acaba Mâmehuran hırsızlarını tevbekâr ve sofî eden şu sır değil midir? Evet, ruhları ağla-mak istedi, biri bahane oldu, ağladılar.
Evet, evet!.. Neam, neam!.. Sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zîra, kainatı nağamatıyla raksa getiren hakaikın esrarını ihtizaza veren mûsıka-i İlâhiye hiç durmuyor. Mütemadiyen güm güm eder.
Padişahların padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’ân denilen mûsika-i İlâhiyesiyle umum alemi doldurarak, kubbe-i asumanda şiddetli ses getirmekle sadef, mağara, kehf-misal olan ulema ve meşâyih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadası onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadâlarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadânın tecessüm ve intıba’ıyla umum kütüb-ü İslamiyeyi bir tanbur ve kanûnun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve herbir tel, bir neviyle onu îlan eden o sada-i semavî ve rûhanîyi kalbin kulağıyla işitmeyen veya dinlemeyen, acaba o sadaya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin dem-demelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?
Elhasıl: İnkılab-ı siyasî cihetiyle dîninden havf eden adamın dinde hissesi beytü’l-ankebût gibi zayıf düşmüş cehalettir onu korkutur, taklittir onu telaşa düşürttürür. Zîra îtimad-ı nefsin fıkdânı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükûmetin cebinden zannettiğinden, kalbini, aklını da hükûmetin kesesinden tahayyül eder, korkar.
Münâzarât, ss. 44-47.
İlk yorumu siz yazın