Risale-i Nur’un hususiyetleri ve esasları

Risale-i Nur’un hususiyetleri ve esasları

Risale-i Nur‘dan Dersler köşesinin konuğu İsmail Ateş oldu.

İsmail Ateş Risale-i Nur Külliyatı, Hizmet Rehberi isimli eserden “Risale-i Nur’un hususiyetleri ve esasları” konulu bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

  • Nur mesleğinde hakikat, sünnet, feraize dikkat ve büyük günahlardan çekinmek esastır
  • İhlastan sonra en büyük esas sebat ve metanettir
  • Mesleğimizin esası uhuvvettir
  • Tevhid-i imani, tevhid-i kulûbü ister. Vahdet-i itikad, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder
  • Risale-i Nur tahkiki imanı kazandırır

Hizmet Rehberi

Nur mesleğinde hakîkat, sünnet, feraize dikkat ve büyük günahlardan çekinmek esastır

arîkate ikinci, üçüncü derecede bakar. Galib kardeşimiz Alevîler içinde Kadirî, Şazelî, Rufaî tarîkatlerinin bir hulâsasını, Sünnet-i Seniyye dairesinde bir tarîkat dersi vermesini düşünüyor. Hakîkat namına ve îmanı kurtarmak ve bid’alardan muhafaza etmek hesabına ehemmiyetli üç dört faydası var:

Birincisi : Alevîleri başka fena cereyanlara kaptırmamak ve müfrit Rafizîlik ve siyasî Bektaşilikten bir derece muhafaza etmek için ehemmiyetli faydası var.

İkincisi : Hubb-u Âl-i Beyti meslek yapan Âlevîler ne kadar ifrat da etse, Rafizî de olsa, zındıkaya, küfr-ü mutlaka girmez. Çünkü muhabbet-i Â1-i Beyt rûhunda esas oldukça, Peygamber ve Â1-i Beytin adavetini tazammun eden küfr-ü mutlaka girmezler. İslamiyete o muhabbet vasıtasıyla şiddetli bağlanıyorlar. Böylelerini daire-i sünnete tarîkat namına çekmek, büyük bir faydadır.

Hem, bu zamanda, ehl-i îmanın vahdetine çok zarar veren bazı siyasî cereyanlar Alevîlerin fıtrî fedakarlıklarından istifade edip kendilerine alet etmemek için, Nur dairesine çekmek büyük bir maslahattır. Madem Nur şakirtlerinin üstadı İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’dır ve Nurun mesleğinde hubb-u Â1-i Beyt esastır, elbette hakîki Alevîler, kemal-i iştiyakla o daireye girmeleri gerektir. Bu zaman, îmanı kurtarnıak zamanıdır. Seyr-i sülûk-u kalbî ile, tarîkat mesleğinde bu bid’alar zamamnda çok müşkülat bulunduğundan, Nur dairesi hakîkat mesleğinde gidip, tarîkatlerin faydasını temin eder.

Emirdağ Lâhikası-I, s. 237-238.

İhlastan sonra en büyük esas sebat ve metanettir

Evet, mesleğimizde, ihlas-ı tammeden sonra en büyük esas, sebat ve metanettir. Ve o metanet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuat var ki, öyleler, herbiri yüze mukabil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş adi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.

Kastamonu Lâhikası, s. 187.

Mesleğimizin esası uhuvvettir

Mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlat, şeyh ile mürid mabeynindeki vasıta değildir. Belki hakîki kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz “Halîliye” olduğu için, meşrebimiz “hıllet”tir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakar arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’1-esası, samîmi ihlastır. Samîmi ihlası kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.

Lem’alar, s.156.

Tevhîd-i îmanî, elbette tevhîd-i kulûbu ister. Ve vahdet-i îtikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder.
Evet, inkar edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telakkî edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla uhuvvetkarane bir münasebet hissedersin. Halbuki, îmanın verdiği nur ve şuur ile ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i İlâhiye adedince vahdet alâkalan ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.Mesela, her ikinizin Hálıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir. Bir bir… bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, Dîniniz bir, kıbleniz bir. Bir bir… yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir … ona kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhîdi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulunduklan halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’ mine karşı hakîki adavet etmek
ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve îtisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın.
Mektubat, s. 254-255.

İmân mâl-i umûmidir; her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındıkaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.

Emirdağ I,ahikası-I, s.177.

Risale-i Nur’ un bir esası da dostluk ve kardeşane arkadaşlık bağları kurmaktır

Madem, hayat-ı içtimaiyenin bir temel taşı ve fıtrat-ı beşeriyenin bir hacet-i zarûriyesi ve aile hayatından ta kabîle ve millet ve İslamiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli rabıta ve her insanın kainatta gördüğü ve tek başına mukabele edemediği medar-ı zarar ve hayret ve insanî ve İslamî vazifelerin îfasına mani maddî ve manevî esbabın tehacümatına karşı bir nokta-i istinad ve medar-ı tesellî olan dostluk ve kardeşâne cemaat ve toplanmak ve samîmane uhrevî cemiyet ve uhuvvet; hem siyasî cephesi olmadığı halde ve bilhassa hem dünya, hem din, hem ahiret saadetlerine katî vesîle olarak îman ve Kur’ân dersinde halis bir dostluk ve hakîkat yolunda bir arkadaşlık ve vatanına ve milletine zararlı şeylere karşı bir tesanüd taşıyan Risâle-i Nur şakirtlerinin pekçok takdir ve tahsine şâyân ders-i îmânda toplanmalarına cemiyet-i siyasiye namını verenler, elbette ve herhalde, ya gayet fena bir sûrette aldanmış veya gayet gaddar bir anarşisttir ki, hem insaniyete vahşiyane düşmanlık eder, hem İslamiyete nemrudane adavet eder, hem hayat-ı içtimaiyeye anarşîliğin en bozuk ve mütereddî tavrıyla husûmet eder ve bu vatana ve millete ve hakimiyet-i İslamiyeye ve dînî mukaddesata karşı mürtedane, mütemerridane, anûdane mücadele eder.

Şûalar, s. 242.

Risâle-i Nur tahkîkî îmânı kazandırır

Bâzı mûterizler Risâle-i Nur’un kıymetini bir derece kırmak için demişler: “Herkes Allah’ı bilir. Adi bir adam, bir velî gibi Allah’a îman eder” diye Nur’lann pek yüksek ve pekçok kıymettar ve gâyet lüzumlu tahşidâtını ziyâde göstermek istemişler. Şimdi, İstanbul’da, daha dehşetli bir fikirde, anarşî fikirli küfr-ü mutlaka düşmüş bir kısım münâfıklar, Risâlc-i Nıir gibi ekmek ve suya ihtiyaç derecesinde herkes muhtaç olduğu îman hakîkatlerine ihtiyacı düşürmek desîsesiyle diyorlar ki: “Her millet, herkes Allah’ı bilir. Onu, daha yeni ders almaya ihtiyacıınız çok yok” diye mukâbele etmek istiyorlar.
Halbuki, Allah’ı bilmek, bütün kâinatı ihâta eden Rubûbiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz’î ve küllî herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve irâdesiyle olduğuna katî îman etmek ve mülkünde hiçbir şerîki olmadığına ve (Allahtan başka hiçbir ilâh yoktur.) kelime-i kudsiyesine, hakîkatlerine îman etmek, kalben tasdik ettirmekle olur. Yoksa, “Bir Allah var” deyip, bütün mülkünü esbâba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek, hattâ hadsiz şerikleri hükmünde esbâbı mercî tanımak ve herşeyin yanında hazır irâde ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlannı ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a îman hakîkati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki mûnevî cehennemin dünyevî tâzibinden kendini bir derece tesellîye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkâr etmemek başkadır, îman etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kâinatta hiçbir zîşuur, kâinatın bütün eczâsı kadar şâhitleri bulunan Hâlık-ı Zülcelâli inkâr edemez. Etse, bütün kâinat onu tekzib edeceği için susar, lâkayd kalır. Fakat, Ona îman etmek, Kur’ân-ı zîmüşşânın ders verdiği gibi, o Hâlıkı sıfatlan ile, isimleri ile umum kâinatın şehâdetine istinâden kalben tasdik etmek ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhâlefet ettiği vakit kalben tevbe ve nedâmet etmek iledir. Yaksa, büyük günahlan serbest işleyip, istiğfar etmemek ve aldırmamak o îmandan hissesi olmadığına delildir.
Emirdağ Lâhikası-I, s.199

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.