Nimetlerin şükrünü en iyi bir şekilde nasıl eda edebiliriz?

Nimetlerin şükrünü en iyi bir şekilde nasıl eda edebiliriz?

Risale-i Nur‘dan Dersler köşesinin konuğu Yeni Asya Gazetesi Yazarı Rifat Okyay oldu. Rifat Okyay Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Nimetlerin şükrünü en iyi bir şekilde nasıl eda edebiliriz” konulu bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

Lem’alar

On Yedinci Lem’a

DOKUZUNCU NOTA

DOKUZUNCU NOTA

Bil ki, nev-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemâlâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir.

Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir hayır, zâhir bir hak, fâik bir kemal görünüyor. Bilbedâhe, hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve nebîler elindedir. Dalâlet, şer ve hasâret, onun muhalifindedir.

Mehâsin-i ubudiyetin binlerinden yalnız buna bak ki, Nebî Aleyhisselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalblerini iyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor ve dillerini bir kelimede cem ediyor.

Öyle bir surette ki, şu insan, Mâbûd-u Ezelînin azamet-i hitabına, hadsiz kalblerden ve dillerden çıkan sesler, dualar, zikirlerle mukabele ediyor.

O sesler, dualar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Mâbûd-u Ezelînin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duayı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla, semâvâtın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan 1 اَقِيمُوا الصَّلٰوةَ emrini, küre-i arz imtisal ediyor.

Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvânâtın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Namazı dos doğru kılın.” Bakara Sûresi, 2:43, 83, 110; Nisâ Sûresi, 4:77,103; En’am Sûresi, 6:72; Yûnus Sûresi, 10:87: Hac Sûresi, 22:78: Nûr Sûresi, 24:56; Rûm Sûresi, 30:31; Mücadele Sûresi, 58:13; Müzemmil Sûresi, 73:20..

*****

Mektubat

Yirmi Dokuzuncu Mektup

ALTINCI NÜKTE

Bu mânâyı tenvir için, kendi başımdan geçmiş nurlu bir hali ve hakikatli bir hayali söylüyorum. Şöyle ki:

Bir vakit اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 1 deki nun-u mütekellim-i maalgayri düşündüm ve mütekellim-i vahde sıygasından نَعْبُدُ 2 sıygasına intikalin sebebini kalbim aradı. Birden, namazdaki cemaatin fazileti ve sırrı, o nun’dan inkişaf etti.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
2 : Kulluk ederiz.

Gördüm ki, namaz kıldığım o Bayezid Camiindeki cemaatle iştirakimi ve herbiri benim bir nevi şefaatçim hükmüne ve kıraatimde izhar ettiğim hükümlere ve dâvâlara birer şahit ve birer müeyyid gördüm. Nâkıs ubûdiyetimi, o cemaatin büyük ve kesretli ibâdâtı içinde dergâh-ı İlâhiyeye takdime cesaret geldi.

Birden, bir perde daha inkişaf etti. Yani, İstanbul’un bütün mescidleri ittisal peydâ etti. O şehir, o Bayezid Camii hükmüne geçti. Birden, onların dualarına ve tasdiklerine mânen bir nevi mazhariyet hissettim.

Onda dahi, rû-yi zemin mescidinde, Kâbe-i Mükerreme etrafında dairevî saflar içinde kendimi gördüm.اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ 1 dedim, benim bu kadar şefaatçilerim var, benim namazda söylediğim herbir sözü aynen söylüyorlar, tasdik ediyorlar.

Madem hayalen bu perde açıldı, Kâbe-i Mükerreme mihrap hükmüne geçti. Ben bu fırsattan istifade ederek, o safları işhad edip, tahiyyatta getirdiğim اَشْهَدُ اَنْ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ 2 olan imanın tercümanını mübarek Hacerü’l-Esvede tevdi edip emanet bırakıyorum derken, birden bir vaziyet daha açıldı. Gördüm ki, dahil olduğum cemaat üç daireye ayrıldı.

Birinci daire: Rû-yi zeminde mü’minler ve muvahhidîndeki cemaat-i uzmâ.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.” Fâtihâ Sûresi, 1:2.
2 : Şehadet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın Resûlüdür.

İkinci daire: Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı kübrâda, bir tesbihât-ı uzmâda, her taife kendine mahsus salâvat ve tesbihatla meşgul bir cemaat içindeyim. “Vezâif-i eşya” tabir edilen hidemât-ı meşhude, onların ubûdiyetlerinin ünvanlarıdır. O halde Allahu ekber deyip hayretten başımı eğdim, nefsime baktım:

Üçüncü bir daire içinde, hayret-engiz, zâhiren ve keyfiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemiyeten büyük, bir küçük âlemi gördüm ki, zerrât-ı vücudiyemden tâ havâss-ı zâhiriyeme kadar, taife taife vazife-i ubûdiyetle ve şükrâniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede, kalbimdeki lâtife-i Rabbâniyem, اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ1 o cemaat namına diyor. Nasıl, evvelki iki cemaatte de lisanım o iki cemaat-i uzmâyı niyet ederek demişti.

Elhasıl, نَعْبُدُ nun’u şu üç cemaate işaret ediyor.

İşte bu halette iken, birden Kur’ân-ı Hakîmin tercümanı ve mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, Medine-i Münevvere denilen mânevî minberinde, şahsiyet-i mâneviyesi haşmetiyle temessül ederek, يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمْ 2 hitabını, mânen herkes gibi ben de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi اِيَّاكَ نَعْبُدُ ile mukabele ediyor tahayyül ettim. اِذَا ثَبَتَ الشَّىْءُ ثَبَتَ بِلَوَازِمِهِ 3 kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.
2 : “Ey insanlar, Rabbinize kulluk edin.” Bakara Sûresi, 2:21.
3 : Birşey sabit olduğunda, bütün levazımatıyla birlikte sabit olur.

*****

Sözler

On Altıncı Söz

DÖRDÜNCÜ ŞUA

İşte, ey tenbel nefsim! Bir nevi mirac hükmünde olan namazın hakikati, sabık temsilde bir nefer mahz-ı lütuf olarak huzur-u şahaneye kabulü gibi, mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür. Allahu ekber deyip, mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip, bir mertebe-i külliye-i ubûdiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup, 2 اِيَّاكَ نَعْبُدُ hitabına herkesin kabiliyeti nisbetinde bir mazhariyet-i azîmedir. Adeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla Allahu ekber, Allahu ekber demekle kat’ı meratip ve terakkiyat-ı mâneviyeye ve cüz’iyattan devâir-i külliyeye çıkmasına bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâsının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahu ekber bir basamak-ı miraciyeyi kat’ına işarettir. İşte, şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
2 : “Yalnız Sana ibadet ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.