Mehdi ve Cemaatinin üç önemli vazifesi nedir?

Mehdi ve Cemaatinin üç önemli vazifesi nedir?

Risale-i Nur‘dan Dersler köşesinin konuğu Raif Çökren oldu.

Raif Çökren Risale-i Nur Külliyatı, Beyanat ve Tenvirler isimli eserden “Mehdi ve Cemaatinin üç önemli vazifesi nedir?” konulu bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

  • Üç vazifenin yerine getirilmesi Mehdi ve Cemaatindeki şahs-ı manevi ile mümkündür
  • Risale-i Nur’u manevi makamlara dahi alet etmemek gerekir

Beyanat ve Tenvirler

Üç vazifenin birden yerine getirilmesi, ancak Hazret-i Mehdî ve cemaatindeki şahs-ı manevî ile mümkündür

Bu zaman hem îman ve din için, hem hayat-ı içtimaî ve Şeriat için, hem hukuk-u amme ve siyaset-i İslamiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-ı îmaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-i içtimaîye ve siyasiye daireleri ona hisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derece kalıyor. Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, îmanî hak…ikteki tecdid itibariyledir. Fakat, efkar-ı ammede, hayatperest insanların nazarında zahiren geniş ve hakimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaîye-i İslamiye ve siyaset-i dîniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mana veriyorlar.
Hem bu üç vezaifi birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerh etmemesi pek uzak, adeta kabil görülmüyor. Âhirzamanda, Âl-i Beyt-i Nebevînin (a.s.m.) cemaat-i nuraniyesini temsil eden Hazret-i Mehdî’de ve cemaatindeki şahs-ı manevîde ancak içtima edebilir. Bu asırda, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatına ve şakirtlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalalet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i îmanın îmanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder.

Kastamonu Lahikası, ss. 145-146.

Risale-i Nur’u manevî makamlara dahi alet etmemek gerekir

Bu zamanda ehl-i îman öyle bir hakikata muhtaçtırlar ki; kainatta hiçbir şeye alet ve tabi ve basamak olamaz ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûb edemez bir tarzda îman hakikatlarını ders versin. Umum ehl-i îmanın bin senedenberi teraküm etmiş dalaletlerin hücümuna karşı îmanları muhafaza edilsin.
İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tabi olmuyor. Ta avam-ı ehl-i îmanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın; ve doğrudan doğruya hayat-ı bakiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalade kuvveti ve hakikatı, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.

Amma, manevî ve makbul ve zararsız ve bütün ehl-i îman ve hakikatın istedikleri nuranî makamlar ve uhrevî rütbelerden, halis kardeşlerimizden hüsn-ü zanla verilen ve ihlasınıza zarar gelmediği halde, eğer kabul etsen, reddedilmeyecek derecede senetler, hüccetler bulunduğu halde; sen, değil tevazu ve mahviyetle, belki şiddet ve hiddetle ve o makamı sana veren kardeşlerinin hatırını kırmakla o rütbelerden ve makamlardan kaçıyorsun?”

Elcevap: Nasıl ki, ehl-i hamiyet bir insan, dostlarının hayatını kurtarmak için kendini feda eder; öyle de; ehl-i îmanın hayat-ı ebedîyelerini tehlikeli düşmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa-hem lüzum var-kendim, değil yalnız layık olmadığım o makamları, belki hakikî hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi feda etmeye, Risale-i Nur’dan aldığım ders-i şefkat cihetiyle terk ederim. Evet, her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalaletten gelen gaflet-i umumiyede; siyaset ve felsefenin galebesinde; ve enaniyet ve hodfüruşluğun heyecanlı asrında büyük makamlar herşeyi kendine tabi ve basamak yapar.

Hatta dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını alet eder. Manevî makamlar olsa, daha ziyade alet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatları basamak ve vesile yapıyor, diye itham altında kalıp, neşrettiği hakikatlar dahi tereddütler ile revacı zedelenir. Şahsa, makama faidesi bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.
Elhasıl: Hakikat-ı ihlas, benim için şan ü şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men’ediyor. Hizmet-i Nuriyeye, gerçi büyük zarar olur; fakat, kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, halis bir hadim olarak hakikat-ı ihlas ile, herşeyin fevkınde hakaik-ı îmaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum. Çünkü, o on adam, tam o hakikatı herşeyin fevkinde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalpleri, birer ağaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen şüpheler ve vesveseler ile, o kutbun derslerini, “Hususî makamından ve hususî hissiyatından geliyor” nazarıyla bakıp, mağlûb olarak dağılabilirler. Bu mana için hizmetkarlığı, makamatlara tercih ediyorum.

Emirdağ Lahikası-I, ss. 66-67.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.