Kuran’ın lafzındaki camiiyeti

Risale-i Nur

 

Kuran’ın lafzındaki camiiyeti

Risale-i Nur’dan Dersler Köşemizin bu haftaki konuğu Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Uzun oldu. Prof. Dr. Hüseyin Uzun ile Risale-i Nur Külliyatı’ndan “Kur’an’ın Lafzındaki Camiiyeti“ konusunu ele aldık. EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

Kur’ân’ın Lâfzındaki Câmiiyeti

“Ancak imân eden, sâlih ameller işleyenler (güzel işler yapanlar) müstesna”
Şuara Sûresi, 227, Asr Suresi, 3)

(“İşte felaha (kurtuluşa) erenler onlardır.” Bakara suresi, 5)

Bu konu başlığı altında Risale-i Nur Külliyatının İşârâtü’l-İ’câz, Sözler ve Sünühat adlı eserlerinde yer alan bölümler paylaşılmaya çalışılacaktır. Önce konu ile ilgili ara başlıklarımızı özetlemek istiyorum. Ara başlıklarımız şunlardır:

  • Kur’ân’ın lafzındaki câmiiyetinden ne anlaşılır?
  • “İşte kurtuluşa (felaha) erenler onlardır.” ayetinde kimin kurtuluşa ereceği niçin açıkça belirtilmemiş, ucu açık bırakılmıştır?
  • Ayette “kurtuluşa ermek” ifadesi ile hangi manalar anlaşılabilir?
  • “Ancak imân eden, sâlih ameller işleyenler müstesna” ayetinde “salihat” kelimesi niçin mutlak ve müphem bırakılmıştır?
  • Salih amel kavramına giren davranışların toplumdan topluma, sınıftan sınıfa, kültürden kültüre göre değişiklik göstermesinin hikmetleri nelerdir?
  • Ayette kastedilen Salih ameller, neler olabilir?

İşârâtü’l-İ’câz, Bakara Sûresi, 2. ayetin tefsiri

“Sual – Belâgat ve hidayetten maksat, hakikati vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilâflardan kurtarmak iken, müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilâfat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı, birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir?”
“Cevap – Malûmdur ki, Kur’ân-ı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir.

Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’ân’ın hakaikinden hisse alabilir ve hissedardır.
Hâlbuki nev-i beşer derece itibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit ve keza meyil, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ, bir taifenin istihsan ettiği bir şey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği bir şeyden öteki kavim nefret ediyor.
Bu sırra binaendir ki, Kur’ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin.”

Sözler, Yirmi Beşinci Sözün, Birinci Şulesi

Hem meselâ, (“İşte kurtuluşa (felaha) erenler onlardır.” Bakara suresi, 5) da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünkü
Bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır.
Bir kısmı yalnız cenneti düşünür.
Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder.
Bir kısım, yalnız rıza-i İlâhîyi rica eder.
Bir kısım, rüyet-i İlâhiyeyi gaye-i emel bilir.

Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde, Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun.”

İşte, (kurtuluşa erenler, felaha erenler) der, neye felâh bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: ‘Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun.’ Ve hâkezâ…”

SÜNÜHAT

“Ancak imân eden, sâlih ameller işleyenler (güzel işler yapanlar) müstesna” Şuara Sûresi, 227, Asr Suresi, 3)
HAŞİYE: Yalnız ıtlakın nüktesini beyan eder.
Kur’ân, sâlihatı mutlak, müphem bırakıyor. Çünkü ahlâk ve faziletler, hüsün ve hayır çoğu nisbîdirler.
Nev’den nev’e geçtikçe değişir.
Sınıftan sınıfa nâzil oldukça ayrılır.
Mahalden mahalle tebdil-i mekân ettikçe başkalaşır.
Cihet muhtelif olsa muhtelif olur.
Fertten cemaate, şahıstan millete çıktıkça mâhiyeti değişir.
Meselâ, cesaret, sehavet, erkekte gayret, hamiyet ve muavenete sebeptir. Kadında, nüşuze, vakahate, zevc hakkına tecavüze sebep olabilir.

Meselâ, zayıfın kavîye karşı izzet-i nefsi, kavîde tekebbür olur. Kavînin zayıfa karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur.

Meselâ, bir ulü’l-emir, makamındaki ciddiyeti vakar, mahviyeti zillettir. Hânesinde ciddiyeti kibir, mahviyeti tevazudur.

Meselâ, tertib-i mukaddematta tefviz, tembelliktir. Terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine, kısmetine rıza kanaattir; meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir.

Meselâ, fert, mütekellim-i vahde olsa; müsamahası, fedakârlığı, amel-i sâlihtir. Mütekellim-i maa’l-gayr olsa hıyanet olur.

Meselâ, bir şahıs, kendi namına hazm-ı nefs eder, tefahur edemez. Millet namına tefahur eder, hazm-ı nefs edemez.

Her birinde birer misâl gördün; istinbat et.

Mademki, Kur’ân, bütün tabakata, bütün a’sârda, kâffe-i ahvâlde şâmil bir hitab-ı ezelîdir. Hem nisbî hüsün, hayır çoktur. Sâlihât’taki ıtlakı, beliğâne bir îcâz-ı mutnebdir. Beyanda sükûtu, geniş bir sözdür.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.