İstikbale dair ihbarat-ı gaybiye
Risale-i Nur‘dan Dersler köşesinin konuğu Yeni Asya Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi Ali Demir oldu.
Ali Demir Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler, Mektubat ve Zülfikar isimli eserden “İstikbale dair ihbarat-ı gaybiyei” konulu bir seminer icra etti.
EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.
- Sözler / 25. Söz / 3. Şua: Kur’an’ın ihbarat-ı gaybiyesi
- Sözler / 25. Söz / 3. Şua / 1. Cilve / 1. Şavk: Maziye ait ihbarat-ı gaybiye
- Sözler / 25. Söz / 3. Şua / 1. Cilve / 2. Şavk: İstikbale ait ihbarat-ı gaybiye
- Mektubat / 29. Mektup / 8. Kısım olan Rumuzat-ı Semaniye (Zülfikar Mecmuası)
Sözler
Yirmi Beşinci Söz
ÜÇÜNCÜ ŞUA
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.
BİRİNCİ CİLVE: İhbârât-ı gaybiyesidir. Şu Cilvenin Üç Şavkı var.
İKİNCİ ŞAVK: İstikbale ait ihbârât-ı gaybiyesidir. Şu kısım ihbârâtın çok envâı var. Birinci kısım hususîdir. Bir kısım, ehl-i keşif ve velâyete mahsustur. Meselâ, Muhyiddin-i Arabî الۤمۤ – غُلِبَتِ الرُّومُ 1 Sûresinde pek çok ihbârât-ı gaybiyeyi bulmuştur. İmam-ı Rabbânî, sûrelerin başındaki mukattaât-ı hurufla çok muamelât-ı gaybiyenin işaretlerini ve ihbârâtını görmüştür ve hâkezâ… Ulema-yı bâtın için, Kur’ân baştan başa ihbârât-ı gaybiye nev’indendir. Biz ise, umuma ait olacak bir kısmına işaret edeceğiz. Bunun da pek çok tabakatı var; yalnız bir tabakadan bahsedeceğiz.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Elif lâm mim. Rumlar mağlûp düştüler.” Rum Sûresi, 30:1-2.
İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma der: HAŞİYE
فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللهِ حَقٌ 1 – لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَاۤءَ اللهُ اٰمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لاَ تَخَافُونَ… هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدىَ وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ 2 – وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبوُنَ – فِى بِضْعِ سِنِينَ ِللهِ اْلاَمْرُ 3 – فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ – بِأَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ 4 – اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ – قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنِّى مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ 5 – وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ 6 – فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا 7 – وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَداً 8 – سَنُرِيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى اْلاٰفَاقِ وَفِىۤ اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ 9 – قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتوُا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَاْتوُنَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيراً 10
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
HAŞİYE : Bu, gaybdan haber veren âyetler, pek çok tefsirlerde izah edilmesinden ve eski harfle tab etmek niyeti müellifine verdiği acelelik hatasından, burada izahsız ve o kıymettar hazineler kapalı kaldılar.
1 : “Sabret; Allah’ın vaadi haktır.” Rum Sûresi, 30:60.
2 : “İnşaallah, hepiniz emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Harama gireceksiniz. … Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hak din ile gönderen Odur.” Fetih Sûresi, 48:27-28.
3 : “Bu mağlûbiyetlerinden sonra, birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Hüküm Allah’ındır.” Rum Sûresi, 30:3-4.
4 : “Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler: Hanginiz cinnete uğramış?” Kalem Sûresi, 68:5-6.
5 : “Yoksa onlar ‘O bir şairdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz’ mu diyorlar? Sen ‘Bekleyedurun,’ de. ‘Ben de sizinle beraber bekliyorum.’” Tûr Sûresi, 52:30-31.
6 : “Allah seni insanlardan korur.” Mâide Sûresi, 5:67.
7 : “Eğer bunu yapamazsanız-ki asla yapamayacaksınız.” Bakara Sûresi, 2:24.
8 : “Ölümü hiçbir zaman temennî etmeyecekler.” Bakara Sûresi, 2:95.
9 : “Onlara gerek âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz-tâ ki Kur’ân’ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun.” Fussılet Sûresi, 41:53.
10 : “De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.
يَاْتِى اللهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِى سَبِيلِ اللهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لاَۤئِمٍ 1 – وَقُلِ الْحَمْدُ ِللهِ سَيُرِيكُمْ اٰياَتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا 2 – قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِهِ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فِى ضَلاَلٍ مُبِينٍ 3 – وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ اٰمَنوُا مِنْكُمْ وَعَمِلوُا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى اْلاَرْضِ كَماَ اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِيَنهُمُ الَّذِى ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْناً 4
gibi çok âyâtın ifade ettiği ihbârât-ı gaybiyedir ki, aynen doğru olarak çıkmıştır. İşte, pek çok itirâzat ve tenkidâta maruz ve en küçük bir hatasından dolayı dâvâsını kaybedecek bir zâtın lisanından böyle tereddütsüz, kemâl-i ciddiyet ve emniyetle ve kuvvetli bir vüsuku ihsas eden bir tarzda böyle ihbârât-ı gaybiye, kat’iyen gösterir ki, o zât, Üstad-ı Ezelîsinden ders alıyor, sonra söylüyor.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54.
2 : “De ki: Hamd Allah’a mahsustur. O size delillerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız.” Neml Sûresi, 27:93.
3 : “De ki: O Rahmân’dır; Ona inandık ve Ona güvendik. Kimin ap açık bir sapıklık içinde bulunduğunu yakında bileceksiniz.” Mülk Sûresi, 67:29.
4 : “Sizden iman edip güzel işler yapanlara Allah vaad etmiştir ki, kendilerinden önceki mü’minleri nasıl kâfirlerin yerine getirdiyse, onları da şimdiki kâfirlerin yerine, yeryüzünde hâkim kılacak, onlar için razı olduğu İslâm dinini onların kalblerinde sağlamlaştıracak ve korkularını emniyete çevirecektir.” Nur Sûresi, 24:55.
*****
Zülfikar Mecmuası
ÜÇÜNCÜ REMZ OLAN ÜÇÜNCÜ NÜKTE-İ KENZİYE
En evvel nazil olan Sure-i Alak’ın sırr-ı tevafukuna dair dört letafet-i i’caziyesine işaret ediyor. Her letaifinden küçük bir numune:
Birincisi: Şöyle ki: En evvel nazil olan şu sure, suver-i Kur’aniyenin bir fihristesi hükmünde olduğu, sırr-ı tevafukla gösteriyor. Şöyle ki:
Bu surede hemze kırk beş defa tekrar ile ( ل ) ’ın kırk beş defa tekrarına tevafukla beraber, kırk bir surenin başlarına parmağını basıyor. Ve başlarındaki elifi gösteriyor. ( يا) on altı defa tekrar ile ( ب ) ’nin on altı defa tekrarına tevafukla beraber, on dört surelerin başlarındaki ( يا ) ’ya parmağını basıp, işaret ediyor. Lisan-ı mana ile: “Benden sonra bunlar gelecekler” diye ifade ediyor. ( ق) sekiz tekerrürüyle ( س ) ’in (Haşiye) sekiz tekerrürüne tevafuk etmekle beraber, her ikisi sekiz surenin başlarına işaret edip, “Onların fihristeleriyiz” diye ifade ediyorlar. ( ط ) üç tekerrürüyle ( ص ) ’in üç adedine tevafukla beraber üç surenin başına bakıyor ve haber veriyor. ( و ) altı tekerrürüyle kendi makam-ı ebcedîsi olan altı adedine tevafukla beraber, vav-ı kasemiye ile başlayan on iki surenin başlarına işaret edip gösterdiği gibi, tekerrürü makam-ı ebcedîsine darb edilse otuz altı olup, ( و ) ile başlayan on altı surenin başlarında otuz altı vav-ı kasemiyeyi tevafukla göstermesi, mühim esrara medar olduğunu gösterir. Ve bir intizam-ı gaybî tahtında olduğunu isbat eder. Ve Sure-i Alak en evvel gelmiş ve umum surelerden haber vermiş, ifade ediyor.
Üçüncü Letafetten Küçük Bir Numune: Şu Sure-i Alak’ın hurufatı üç yüz yirmi sekiz adediyle, makam-ı ebcedîsi dokuz yüz doksan dokuz olan بِسْمِ اللّٰهِ الرّحْمٰنِ الرّحِيمِ ile beraber bin üç yüz yirmi yedi edip, bin üç yüz yirmi yedi’de müthiş hadisatın başlangıcı olan o tarihe gayet manidar nazar-ı dikkati celbetmek suretinde tevafuku elbette tesadüfi olamaz. Çünkü; madem Allâmü’l-Guyub’un kelâmıdır; وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فِى كِتَابٍ مُبِينٍ işaret olunan Kitab-ı Mübîn’in bir nüshası olan Kur’an’da hadisat-ı âleme işaretler vardır ve kısmen göstermiştir. Hem madem en evvel nazil olan şu sure mecmu-u Kur’an’ın bir nevi fihristesidir. Hem madem Kur’an’ın intişar ve fütuhatına ve Kur’an’a ait hadisata dair âyat-ı kesire vardır; elbette Sure-i Alak’ın hurufatının verdiği bu gibi haberler kasdîdir, tesadüften münezzehtir.
Dördüncü Letafetten Küçük Bir Numune: Sure-i Kehf’in âyatı yüz on bir’dir. Kelimatı, tefsirü’l-mikyas hesabına göre bin beş yüz altmış dört’tür. Âyatı itibariyle yirmi dokuz sureye tevafuk ettiği gibi, kelimatıyla dahi otuz dokuz sure ile yalnız bin adedine tevafuk ediyor. O surelerin on altısının kelimatıyla ve yirmi üç surenin de hurufatıyla tevafuk ederek, Kur’an-ı Hakîm’in tam nısfında olan Sure-i Kehf’in, mecmu-u suver-i Kur’aniyenin, takriben nısfıyla ittihad etmesi, i’caz-ı Kur’anînin şuaıyla tanzim edildiğini gösterir.
YİRMİ DOKUZUNCU MEKTUBUN
SEKİZİNCİ KISMININ BEŞİNCİ REMZİ
بِسْمِ اللّٰهِ الرّحْمٰنِ الرّحِيمِ
اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰهِ وَ الْفَتْحُ
esrarından iki-üç sırrı, tevafuk anahtarıyla açılmaya dairdir. Burada numune için bir-kaç nükte yazılacak.
Birincisi: Tevafukun, on adedden ziyade çeşit çeşit envaı var. Eğer tevafuk, ayrı ayrı cihetten bir hadiseye baksa ve tevafuk etse ve makama mutabık ve münasib ve kelamın manasına muvafık ve müeyyed olsa, o vakit o tevafuk işaret derecesine çıkar. O tevafukla şu ayet şu hadiseye işaret eder, denilebilir. İşte bu kaideye binaen Sure-i Nasr’ın sırr-ı tevafukla işaret-i haber verdiği hadiselere aynen Sure-i Kevser dahi o hadiseye tevafukla parmağını uzatmış, gösteriyor. Ve Fatiha suresi, kezalik, o iki surenin gösterdiği hadiseye bakıyor ve gösteriyor. Sure-i Alak yine o hadiseye işaret ettiği ve اِنَّا فَتَحْنَالَكَ gibi ayetler aynı hadiseye mutabakatıyla işaret ediyor. Elbette böyle bir işaret sarih bir delalet hükmündedir.
İkincisi: Madem Sure-i Nasr Allâmü’l-Guyub’un kelamıdır. Ve madem sebeb-i nüzulü feth-i Mekke’dir ve nusret-i İslamiyedir. Ve madem sebeb-i nüzulü ne kadar has olursa olsun, mana-yı maksud, kaideten amm hükmüne geçip, Hazret-i Peygamber (a.s.m.)’a ihsan edilen umum fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mana-yı maksudun cüz’iyatına işaretle müjde vermek i’cazlı bir kelamın şanındandır. Ve madem bu surenin nüzulü vaktinde sahabeler müjde-i ilahî ile mesrur oldukları halde, Ebubekir-i Sıddık ve Hazret-i Abbas, vefat-ı Nebeviyi mana-yı işarîsinden fehm ile ağlamışlar.
Hem madem alî bir kelamın hurufatı ve hey’atı o kelâmın manasına kuvvet vererek, teyid ederek o kelâmın derece-i ulviyet ve mezaya-yı belâgatı ziyadeleşir. Ve madem şu Sure-i Nasr müteaddit vecihle hurufları tevafuk münasebetiyle Fütuhat-ı Muhammediye (a.s.m.)’ye ve Nusret-i Ahmediye (a.s.m.)’ye parmak basar bir tarzda işaret verir; elbette şu mezkur esaslara göre bu risalede ve sair rümuz-u Kur’aniye risalelerinde bahsedilen işaret-i gaybiye ve tevafukat-ı harfiye yalnız münasebat-ı belâgat ve letaif-i kelamiye değillerdir. Belki o tevafukat, lemeat-ı belâgat ve reşahat-ı fesahat olmakla beraber işarat-ı Kur’aniye ve ihbarat-ı gaybiye nev’indendir.
Ezcümle: Sıddık’ı (r.a.), Abbas’ı (r.a.) ağlatan şu sure, وَ اسْتَغْفِرْهُ ’nun vav’ına kadar altmış üç harf olarak, ömr-ü Nebevî’nin (a.s.m.) nihayetine tevafukla işaret etmekle beraber, فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَ اسْتَغْفِرْهُ cümleleriyle işaret edilen üç mühim vezaif-i nübüvveti manasıyla gösterdiği gibi, yirmi bir harfle o zamana, yirmi bir sene o vazifeyi ifa ettiğine ve iki sene kaldığına ima ederek, Sıddık’ın (r.a.) ağlamasına gizli bir sebep olmuştur. Ve surenin yüz beş harfiyle, fütuhat-ı Ahmediye’nin (a.s.m.) yüz beş senesinde Şark ve Garb’ı tutacağına işaret; فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ makam-ı ebcediyle dörtyüz yirmi sekiz senesinde terakkiyat-ı maddiye ve maneviyenin derece-i kemallerine işaret etmekle beraber, النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِى دِينِ اللّٰهِ اَفْوَاجًا cümlesinin makam-ı ebcedisi olan 1222’ye kadar o fütuhat-ı Kur’aniye ve nusret-i dîniye devam edeceğine ve ondan sonra bir derece tevakkuf ve tedennîye başlayacağına tevafukla işaret eder.
Hem, ezcümle: Şu surede hurufatın tekraratının adetleri manidardır. Şu Sure-i Nasr’ın mevzuu olan feth ve nusretin cüz’iyatına işaretleri vardır. Mesela: iki kardeş olan ( ل ) , ( ر ) sekiz tekerrürüyle feth-i Mekke’ye parmak basıyor. (و ) , ( ب ) yedişer tekrarıyla 7. senesindeki sulh-u Hudeybiye neticesinde feth-i Mekke mukaddimesi olan galibane hacc-ı Peygamberî’ye (a.s.m.) işaret ettikleri gibi, sair hurufatıyla meşhur fütuhat-ı Ahmediye’ye (a.s.m.) Sure-i Kevser’e ve Alak’a muvafık olarak işaretleri var.
Ezcümle: Besmele ile beraber اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰه sekiz kelimatıyla ve نَصْرُ اللّٰه kelimesinin sekiz harfiyle ve نَصْرُ اللّٰه ’deki ( ر ) ’nın sekiz tekerrürüyle ve ( ل ) ’ın yine sekiz tekerrürüyle bu surenin sarahatle beşaret verdiği feth-i Mekke’deki nusret-i ilahiyenin tarihi olan sekizinci sene-i hicriyeye tevafuk sırrıyla işaret ettiği gibi, اِذَا ‘ye kadar olan on dört kelimatıyla نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ
’deki ( ح ، ت ، ف ) ’nın on dört adetleriyle ve, اِذَا جَاءَ نَصْرُ اللّٰه cümlesinin on dört harfiyle, hem نَصْرُ اللّٰهِ وَ الْفَتْحُ fıkrasının on dört harfiyle on dördüncü sene-i hicriyesindeki feth-i Şam’da ihsan edilen nusret-i harika tarihine tevafuk sırrıyla işarî beşaret eder. Ve hakeza…
Bu surenin bu nevî tevafukatı ve mezaya-yı i’caziyesi çoktur. Fakat maatteessüf, bu Beşinci Risale, remziyle üç bab olarak niyet edilmiş iken bazı ahval-i ruhiye sebebiyle yalnız birinci babın sekiz meselesinden üç mesele yazıldı. Perde indi, mütebakisi kaldı.
YİRMİ DOKUZUNCU MEKTUBUN SEKİZİNCİ KISMININ
ALTINCI REMZİ
بِسْمِ اللّٰهِ الرّحْمٰنِ الرّحِيمِ
إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ
‘in çok esrarından, tevafuk sırrıyla münasebettar bir kaç sırrına dairdir.
O esrar sarihan gösteriyor ki, اِنَّا اَعْطَيْنَا tek başıyla bir mucizedir. Numune için, letafetlerinden iki-üç nüktelerine işaret etmek münasiptir.
Birincisi: Sure-i Kevser’de mevcud hurufatın tekerrürleri l’den 9’a kadar, yani birer, ikişer, üçer, dörder ta dokuza kadar muntazaman bulunmasıyla beraber, yirmi sekiz huruf-u hecaiden mevcud olan on dokuz harfin içinde ikişer kardeş olan ikişer harften en güzelini ve lisana en hafifini almasıdır.
İkincisi: Şu Sure-i Kevser’e dair remzde on üç defa on üç rakam ile beyan edilen sırrın hulasası şudur ki: Fatiha-i Şerife’de on üç, ( ال ) ile on üç meşhur suver-i Kur’aniye olan yedi ( الٓمٓ ), altı ( الر ) ’nın mecmu-u adedine tevafukla on üç ( ال ) ile on üç surenin başlarına işaret edip, parmaklarını bastığı gibi ve Fatiha’da bulunan on beş ( م ) ile ve ( الٓمٓ ) ve ( حم ) ler ve bir ( المر ) ile on beş surenin başına işaret edip, ( م ) ’ lerine parmağını bastığı misillü; Kur’an Fatiha’da, Fatiha Sure-i Kevser’de münderic olduğunun sırrıyla Sure-i Kevser dahi on üç ( ا ) ’le Fatiha’nın on üç ( ال ) ’i gibi on üç parmakla on üç meşhur surelerin başlarına parmağını basıyor ve kendi de, küçük bir Kur’an olduğunu gösteriyor.
Rumuzat-ı Semaniye’yi yazdığım zaman hem çok acele telif edilmiş, hem de benim eski mahfuzatıma itimad ederek takribi iki mikyas yaptım. Onun ile, hem eski ulemanın hesaplarına binaen hurufat-ı Kur’aniye’nin i’caz cihetinde esrarını yazdım. Sonra da meşhur el-Kamusu’l-Muhit sahibi Mecdüddîn Firuzâbâdî’nin “el-Mikyas” namındaki tefsir-i meşhuru ve makbulü, hurufat ve kelimat-ı Kur’aniye’ye dair beyanatına baktık, yüzde doksanı bizim hesabımıza tevafuk etmiş. Yalnız beş-on yerinde muhalefet gördük. Sonra tahkikî bir hesap yaptık, bizimki doğru, onunki matbaaların sehvi olduğu tahakkuk etti. Madem böyle azim yekûnlardaki tevafuklara küçük küsuratlar ve küçük farklar zarar vermez, diye; daha tam tamına tahkikî bir tarzda bütün Kur’an’ı bütün hurufatıyla ve kelâm ve kelimatıyla hesap etmeye ve letaif-i i’caziyeyi onunla tam takviye etmeye vakit bulamadım. Zalimler bana vakit bırakmadılar. Ben de o takribî mikyaslarımla ve mahfuzatımla ve eski alimlerin hesaplarına ve Kenzü’l-Arş duasındaki adedlerine iktifa eyledim.
İlk yorumu siz yazın