Enaniyet mümini ehl-i dalâlete nasıl taraftar yapar?

Enaniyet mümini ehl-i dalâlete nasıl taraftar yapar?

Risale-i Nur‘dan Dersler köşesinin konuğu Yeni Asya Gazetesi Eğitimci İlahiyatçı Yazarı Süleyman Kösmene oldu.

Süleyman Kösmene Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat ve Sikke-i Tasdik-i Gaybi isimli eserden “Enaniyet mümini ehl-i dalâlete nasıl taraftar yapar?” konulu bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

  • Mektubat / 15. Mektup: Sahabeler nazar-ı velayetle müfsitleri neden keşfedemediler?
  • Mektubat / 15. Mektup / 1. Makam: Neden sahabelerin keşif ve kerameti az görünür?
  • Mektubat / 28. Mektup / 3. Mesele olan 3. Risale / 4. Nokta: Zahirden hakikate nasıl geçilir?
  • Sikke-i Tasdik-i Gaybi / Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar: Müminler dahi elh-i dalalete taraftar oluyorlar

Mektubat

On Beşinci Mektup

2 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ 1 بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Aziz kardeşim; senin birinci sualin ki, “Sahabeler nazar-ı velâyetle müfsitleri neden keşfedemediler? Tâ, Hulefâ-yı Râşidînin üçünün şehadetini netice verdi. Halbuki, küçük Sahabelere, büyük velîlerden daha büyük deniliyor.”

Elcevap: Bunda iki makam var.

Hem evliyanın kerametleri ise, ekserisi ihtiyarî değil. Ummadığı yerden, ikram-ı İlâhî olarak bir harika ondan zuhur eder. Bu keşif ve kerametlerin ekserisi de, seyr ü sülûk zamanında tarîkat berzahından geçtikleri vakit, âdi beşeriyetten bir derece tecerrüd ettiklerinden, hilâf-ı âdet hâlâta mazhar olurlar.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
2 : “Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

İşte şu temsil gibi, nübüvvet ve veraset-i nübüvvetteki velâyet, sırr-ı akrebiyetin inkişafına bakar. Velâyet-i saire ise, ekseri kurbiyet esası üzerine gider, birçok merâtipte seyr ü sülûke mecbur olur.

*****

Mektubat

Yirmi Sekizinci Mektup

Üçüncü Mesele olan Üçüncü Risale

DÖRDÜNCÜ NOKTA

Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zâtlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.

Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:

Biri: Tarîkat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir.

İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarîkat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.

*****

Sikke-i Tasdik-i Gaybi

Risale-i Nur’dan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar

Üstadımızın ehemmiyetli bir mektubudur.

Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki: 1 لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ sırrıyla, ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâ bir içtihadla hareket edilmiş ola.

Bu sırra binaen 2 وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü’minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur’un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakikatin mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirtleri, bu mezkûr beş esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini muhafaza için musalahakârâne, medâr-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir.

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : Gaybı Allah’tan başkası bilmez.
2 : “Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler…” Âl-i İmrân Sûresi, 3:134.

Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmiyor, bozmuyor, kendisini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.

İstanbul’da malûm itiraz hâdisesi îma ediyor ki, ileride, meşrebini çok beğenen bazı zâtlar ve hodgâm bazı sofi-meşrep ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risaletü’n-Nur ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini ve mesleklerinin revacını ve etbâlarının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda, bizlere, itidâl-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerekir.

Fâş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, fâş etmeye mecbur oldum. Şöyle ki: Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi ve o şahs-ı mânevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı mânevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu yani kutb-u âzamı tanımaya mecbur olmuyor. Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini, o imamlardan birisini zannediyordum. Şimdi anlıyorum ki, Gavs-ı Âzam’da, kutbiyet ve gavsiyetle beraber, “Ferdiyet” dahi bulunduğundan, âhirzamandaki, şakirtlerinin bağlandığı Risaletü’n-Nur, o Ferdiyet makamının mazharıdır.

Gizlenmeye lâyık olan bu sırr-ı azime binaen Mekke-i Mükerremede dahi -farz-ı muhal olarak- Risale-i Nur aleyhinde bir itiraz kutb-u âzamdan dahi gelse, Risalei’n-Nur şakirtleri sarsılmayıp, o mübarek kutb-u âzamın itirazını iltifat ve selâm suretinde telâkki edip, teveccühünü de kazanmak için, medâr-ı itiraz noktaları o büyük üstadlarına karşı izah ile, ellerini öpmektir.

Evet kardeşlerim; bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayatı ve cihanı sarsacak hâdiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.

Evet, 1 يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاٰخِرَةِ âyetinin sırr-ı işarîsiyle, âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı âhirete severek tercih etmek ve kırılacak şişeyi bâki elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli bir lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir. O musibet sırrıyla, mü’minler dahi bazan ehl-i dalâlete taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar. Cenâb-ı Hak, ehl-i imanı ve Risale-i Nur şakirtlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.

Said Nursî

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler.” İbrahim Sûresi, 14:3.

*****

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.