Bu inkılab-ı azimin hatimesi pek güzel olacaktır

Bu inkılab-ı azimin hatimesi pek güzel olacaktır

Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin konuğu Oğuz Arda oldu. Risale-i Nur Külliyatı, Nutuk isimli eserden “Bu inkılab-ı azimin hatimesi pek güzel olacaktır” konulu bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

  • Nutuk:
  • Dağ meyvesi acı da olsa devadır, amma hazmı sakil
  • Hürriyete hitap
  • Bu inkılab-ı azimin hatimesi pek güzel olacaktır

NUTUK – 1

Dağ Meyvesi Acı da Olsa Devadır, Amma Hazmı Sakîl

Birinci tecrübe, birinci inşa’, birinci nutuk olduğundan noksan ve iğlakı tabiîdir. Mâzur tutarsanız, teşekkür ederim. Tutmazsanız mâzursu-nuz. Zîra hürriyet var.

Kaplan postuna benzeyen elbisem gibi, üslûb-u beyanım da zamanın modasına muhaliftir. Zîra alâturka terzilik bilmiyorum, tâ bu maâniye iyi libas keseyim ve düğme yapayım.

Reca ediyorum, nutkumu hayal-hanenize girmekten yasak etmeyiniz. Benim gibi hem hayalden kapı açın, tâ ki kalbe girsin. Zîrâ hamiyet ve diyanet ve gayretinizle iş var, müzakere edecekler. Kalbin karanlık köşelerinden ışık yakacaklar!..

HÜRRİYETE HİTAB

Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müdhiş amma güzel ve müjdeli bir sadâ ile çağırıyorsun; benim gibi bir Kürdü tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum.

Eğer aynü’l-hayat-ı şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûme de eski zamana nisbeten bin derece terakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse!..

“El-azametü lillah vel-minnetü lehû” ki; bizi kabr-i vahşet ve istibdaddan ihraç ve cennet-i ittihad ve muhabbet-i milliyeye davet etti.

Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet, ne güzel bir haşir ki, “vel-ba’sü ba’de-l mevt” hakikatının küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki:

Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i kadîme hayata başlamış; ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve istibdadı arzu edenler

يَا لَيْتَن۪ى كُنْتُ تُرَابًا

demeye başladılar.

Yeni Hükûmet-i Meşrutamız mu’cize gibi doğduğu için, inşâallah bir seneye kadar

تَكَلَّمَ فِى الْمَهْدِ صَبِيًّا

nin sırrına mazhar olacağız!..

Mütevekkilane, sabûrane tuttuğumuz otuz sene ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azabsız cennet-i terakkî ve medeniyet kapılarını bize açmıştır. Hâkimiyet-i milletin beraât-i istihlali olan Kanun-u Şerî-i Esasi, hâzin-i Cennet gibi bizi oralara duhûle davet ediyor.

Ey mazlum ihvan-ı vatan!.. Gidelim dâhil olalım!

Birinci kapısı:
İttihad-ı kulûb.

İkincisi:
Muhabbet-i milliye.

Üçüncüsü:
Maarif.

Dördüncüsü:
Sa’y-i insanî.

Beşincisi:
Terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zîrâ davete icabet vâcibdir.

Bu inkılab-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fâl-i hayırdır ki, hâtimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki:

Bu inkılab, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve isti’dad-ı terakkiye karşı sedleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevher-i insaniyeti izhar ve âzade olarak kâ’be-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi; hâtimesi de, yani otuz sene kadar rengârenk sefahât ve hevesât ve israfât ve lezaiz-i nâmeşruâ gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, (hükûmet-i müstebide gibi) inkıraza sevkeden umûrlar maddeten zararını ihsas edeceğinden o muzlim ve kesif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i Şeriat ve ma’kesi olan kamer-i medeniyet berrak ve saf cevv-i asûmanda

{(*) Misbah’da “cevv-i siyasatda” tarzındadır.}

Asya’yı ve Rumeli’ni tenvir ve mutazammın olduğu isti’dad-ı kemâlin tohumları tenmiye ve hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bularak rengârenk elvân ile tezyin edeceğini bu fâl-i hayır bize müjde veriyor. Mu’cize-i Peygamberîdir (A.S.M.) ve bu millet-i mazlumeye bir inâyet-i İlahîyedir ve cem’iyet-i milliyenin niyet-i hâlisesinin kerametidir ki,

{(**) Misbah’da “eseridir ki” ifadesiyledir.}

bu maden-i saadet ve hürriyet olan ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen geçti. Milel-i saire milyonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyât ve âmâl ve müyulat-ı âliye-i milliyemiz ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen (cezbe tutmuş mevlevî gibi) meczub cevvalin sımahında tanin-endaz ve umum milleti sürur ile bir garib ihtizaza getiren sadâ-yı hürriyet ve adalet, nefh-i sûr-u İsrafil gibi hayatlandırıyor.

Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle tekrar öldürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye, ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı; bu Şeriat-ı Garra üzerine müesses olan Kanun-u Esasî Azrail hükmüne geçti, onları öldürdü.

Ey hamiyetli ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilaf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşruâ ile tekrar ihya etmeyiniz! Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu’cize-i Peygamberî (A.S.M.) ile, şimendifer-i Kanun-u Şerî-yi Esasiyeye

{(1) Misbah’da “kanun-u şer’î-i esasî şimendüferine” ifadesiyledir. }

amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri bir zaman-ı kasirde tekemmül-ü mebadî cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zîrâ onlar öküz arabasına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadîye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiye ve isti’dad-ı fıtrî ve feyz-i imanın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiş idik.

Talebeliğin bana verdiği vazife ile hürriyetin ferman-ı mezuniyetiyle ihtar ediyorum:

Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti sû’-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaçmasın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın.

{(HAŞİYE) Evet daha dehşetli bir istibdad ile, pek acı ve zehirli bir esareti -Müellif-}

Zîrâ hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriatla ve ahlâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünema bulur. Sadr-ı evvelin, yani sahabe-i kiramın o zamanda âlemde vahşet ve cebr-i istibdad hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsâvâtları bu müddeaya bürhan-ı bahirdir. Yoksa hürriyeti sefahet, lezaiz-i nâmeşrua, israfat, tecavüzat, heva-i nefse ittiba’da serbestiyet ile tefsir, amel etmek; bir padişahın esaretinden çıkmakla, nefsin esaret-i rezilesinin altına girdiklerinden milletin çocukluk isti’dadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden; paralanmış olan eski esarete {(2) Misbah Gezetesinde “esarete kesb-i istihkakdır” şeklindedir.}

lâyık ve hürriyete adem-i liyakat gösterir. Zîrâ sefih mahcurdur. Geniş, müşa’şa’ olan yeni hürriyet-i şer’iyeye adem-i liyakat, -zira çocuğa geniş olmaz- ve şanlı olan ittihad-ı millî,

{(3) Misbah’da “ittihad ve milleti” ifadesiyledir. bize içirdiler.}

bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa hedef edecektir. Zîrâ ehl-i takva

{(1) Misbah’da “ehl-i kemal ve vicdanın” ifadesiyledir. }

ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır.

Biz Millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i isti’dad-ı millimizde kadınların libası gibi süslü sefahat ve hevesat ve israfat yakışmıyor. Binaenaleyh aldanmayalım.

خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَا كَدَرَ

kaidesini düstur-ul amel yapalım. Şöyle ki: Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünûn ve sanayi gibi)

{(2) Misbah’da “fünûn ve ulum ve sanayi-i alalım” tarzındadır. }

maalmemnuniye alacağız.

Amma medeniyetin zünûb ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebîlerde (onlarda) mehasin-i kesîre-i medeniyesiyle muhat olduğu için çirkinliği o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit sû’-i tali’ cihetiyle, sû’-i intihab vasıtasıyla müşkil-üt tahsil mehasin-i medeniyeti terk, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünûb-u medeniyeti kesbettiği mizden, muhannes veya mütereccile gibi

{(HAŞİYE) Kadınlaşmış erkek… Erkekleşmiş kadın… -Müellif-}

oluruz. Yani karı erkek gibi giyinse, karı süsüyle süslense muhannesliktir, yakışmaz. Merd-i valâhimmet, zîb ü zîverle müzahref cilveli hanım gibi olmamalı.

Elhasıl:

Zünûb ve mesavi-i medeniyeti, (adet ve ahlâk-ı seyyieyi) hudud-u hürriyet ve medeniyetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edeceğiz. Tâ ki, medeniyetimizin gençliği ve şebabiyeti, zülâl-i ayn-ül hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mabihil-bekası olan âdât-ı milliyeyi muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet’te neşv ü nema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zarurîdir.

Ey hamiyetli ebna-yı vatan! Cem’iyet-i millî

{(3) Misbah Gazetesinde “cemiyet-i ahrar” olarak geçer.}

ruhlarını feda etmekle saadetimize yol açtılar. Biz de, bazı sefahât ve lezaizimizi terk ile onlara yardım edeceğiz. Zîrâ o sofra-yı nimete beraber oturuyoruz. Efkâr-ı fâside sahibi, yani hürriyet altında istibdadı ve mezalimi arzu edenler, mevt-i ebedîye mazhar olan zaman-ı mazînin cevfinde medfun olan istibdadatı veyahut seyl-i huruşan-ı zaman içinde yuvarlanmış olan mezalimi, bir daha temaşa etmemek için, tarih-i hayat-ı hürriyetin beyanıyla, mazî ve hâl meyanında delinmez bir sedd-i âhenin çekmek istiyorum.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.