Bediüzzaman’ın hayatından tespitler – 35

Röportaj

Bediüzzaman’ın hayatından tespitler – 35

Sunuculuğunu Sertaç Lüser’in yaptığı Bediüzzaman Said Nursi’nin Hayatından Tespitler köşesinde bu hafta Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Araştırmacı Yazar Abdülbaki Çimiç, Bediüzzaman Said Nursi’nin İstanbul Hayatına değiniyoruz. EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

Yeni Asya Gazetesi Eğitimci Araştırmacı Yazar Abdülbaki Çimiç; Bediüzzaman’ın hayatından tespitler serisinin otuz beşinci bölümünde bu hafta;

Zayıf istibdat ve menfî siyaset

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (114)

Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid zamanında uygulanan başka bir probleme de “Din dâhilde menfî tarzda istimâl edilmez. Otuz sene halîfe olan bir zat, menfî siyâset nâmına istifâde edildi zannıyla şerîata gelen tecavüzü gördünüz.” 1 diyerek tatbîk edilen zayıf ve hafif istibdad siyâsetinin, şerîata ve dine verdiği zarârı ifade ediyor. Bu gün hakkaniyet içinde o dönemde uygulanan zayıf istibdad ve hafiyecilik tatbikatları değerlendirildiğinde Bediüzzaman’ın ifade ettiği menfî siyâset uygulaması görülecektir. Bediüzzaman’ın “Şimdiki hafiyeler, eskisinden beterdir.” 2 tesbitinde de görüldüğü gibi ‘şimdiki hafiyeler’ dediği, İttihad ve Terakkî hükümeti dönemindeki jurnalciler; “eskisinden beterdir” dediği hafiyeler ise, Abdülhamid devrindeki jurnalcilerdir.

Bediüzzaman, istibdâdın ne kadar zararlı olduğunu beyan ile “Sultan II. Abdülhamid’in şahsını yüksek mevkide görüp (bir nevi veli derecesinde), onu tahkir ve tezyife hiç meyletmediği halde, onun “hafif ve zayıf istibdad” ayarındaki siyâsetini de içine alan bütün dikta yönetimleri hakkında, “Her nerde rastlasam sille vuracağım.”3 diyecek kadar kat’î bir kararlılıkla nida edip konuşuyor. “Meşrû hakikî Meşrûtiyetin müsemmasına ahd-ü peyman ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, Meşrûtiyet libâsı giysin ve ismini taksın, rast gelsem sille vuracağım.” 4 diyor. Ayrıca “İstibdat zulüm ve tahakkümdür, Meşrûtiyet adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsalar, haydutturlar.” 5 ifadesi meselenin ne kadar ciddî olduğunu ispat etmeye kâfidir. Bediüzzaman, bütün hayatında ve bütün kuvvetiyle daima hürriyet, Meşrûtiyet ve adalet-i tamme lehinde; zulüm, tagallüb, tahakküm ve istibdadın ise aleyhinde olmuştur. 6 İşte bu yüzden de başına gelmeyen kalmamış; netice itibarıyla, en ağır bedelleri ödemeye maruz bırakılmıştır. 7

Mecbûrî, cüz’î ve hafif istibdâd

Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamid’i iki cihetten değerlendirmiştir. Birinci ciheti; Abdülhamid Han şevketli bir padişah ve şahsen veli bir zattır. Ancak; “Din dâhilde menfî tarzda istimâl edilmez. Otuz sene halife olan bir zat, menfî siyâset nâmına istifâde edildi zannıyla şerîata gelen tecavüzü gördünüz.” 8 diyerek şerîatı isdibdâd şeklinde tatbîk etmeye kendini mecbûr bilmesi sebebiyle de, içtimâî ve siyâsî kusûr işlediğini söylemiştir. Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamid’in şahsını değil, onun döneminde uygulanan istibdâdî yöntemler olan “mecburî, cüz’î ve hafif istibdad” 9 siyâsetini tenkid etmiştir. Bu tenkid, selef-i salihînin tenkitleri gibi; aşk-ı hak ve arzu-i tenzih-i hakîkat hükmündedir.

Sultan Abdülhamid, şahsî fazîlet i’tibârıyla veli bir kişi idi, ancak içtimâî ve siyâsî hayatta özellikle mecbûriyet tahtında, şahsî mizacının da etkisiyle siyâsî kusûr işlediğini Bediüzzaman da ifade ediyor. Bu da beşeriyet itibarıyla insâniyetin bir gereğiydi. Bediüzzaman Hazretleri hiçbir meseleye toptancı bir yaklaşımla bakmamıştır. İnsaf düstûru ve hakperetlik onun vaz geçilmez şer’î ölçüleridir. İslâm’a ve şerîata taalluk eden noktalarda hata ve kusur kimden gelirse gelsin mutlaka müdahele etmiş ve izalesi için tam zamanında devreye girmiştir. Çünkü zaman önemli, hadiseler naziktir. Bediüzzaman’ın bütün endişesi, yapılan siyâsî hataların sonucunda şeriata gelen zarardır. Tecrübe ile sabittir ki menfi siyâsetin neticesi dine ve şeriata zarar vermiştir. Din mâl-ı umumidir, inhisar altına alınmaz ve tek bir taifeye ve fırkaya münhasır kılınmaz. Umumun hakkı olan din, siyâsî tarafgirlik kaldırmaz. Dinin devlet idarecileri ve siyasetçiler tarafından dahilde menfi siyâset aracı olarak kullanılması, öncelikle dine zarar verirken, muhaliflerin de dinden uzaklaşmasına sebep olur. “Evet, dine imale etmek (meylettirmek) ve iltizama teşvik etmek ve vazife-i diniyelerini ihtar etmekle dine hizmet olur. Yoksa “Dinsizsiniz” dese, onları tecavüze sevk etmektir.” 10

Dipnotlar:

1- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s. 498.

2- Eski Said Dönemi Eserleri (İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnâmesi), 2013, s. 120.

3- Eski Said Dönemi Eserleri (İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnâmesi), 2013, s. 136.

4- Eski Said Dönemi Eserleri (İki Mekteb-i Musîbetin Şahadetnâmesi), 2013, s. 136.

5- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Divan-ı Harb-i Örfî), 2020, s. 121.

6- Lem’alar, 2013, s. 409.

7- Ahirzaman Tarihi, Cilt-II, s. 47.

8- Eski Said Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s: 498.

9- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s: 307.

10- Eski Said Dönemi Eserleri (Sünûhat), 2013, s: 498.

Şahsî fazîlet ve içtimâî kusur

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler-115

Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örf’i’de “Sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri’nin, sabık içtimaî kusuratına” 1 işaret ederek ona nasihatte bulunduğunu ifade eder. Ayrıca “Onun padişahlar içinde bir nevi velî hükmüne geçtiğini kanaat etmiştir.” 2 Böylece Bediüzzaman Sultan Abdülhamid’i hem şahsî fazîlet, hem de içtimâî kusur cihetiyle değerlendirmeye tabi tutmuştur.

Bediüzzaman, idareci makamında olanların şahsını değil, fiilini ve tatbik etmiş olduğu siyâsî uygulamalarını nazara almıştır. Bu Bediüzzaman’ın Kur’ânî bir tavrıdır. Bu konuda o, çok hassastır ve adalet-i İlâhiyeden asla taviz vermemiştir. Bütün hayatında bunu görmek mümkündür. Bediüzzaman’ın ahirzaman müceddidi olarak çok dairelerde vazifeleri (siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âleminde…) olduğu gibi; aynı zamanda çok mümeyyiz özellikleri de vardır. Bu özellikler, “en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam” 3 olarak Mektubat’ta tarif edilmiştir. Bunlardan başka Bediüzzaman, ‘hem iyi bir eğitimci, hem iyi bir pedagog, hem iyi bir sosyolog, hem iyi bir psikolog gibi…vb’ hükmünde özelliklere de sahiptir. Risale-i Nur Külliyatı’nı insaf ve dikkatle okuyanlar bunlara şahit olabilir.

Her insanın müteaddit şahsiyeti olabilir

Bediüzzaman çok yönlü ve çok vazifeli bir müceddid olduğu için, insanların özel hayatlarındaki şahsiyetleri ile, bulunduğu makamdaki şahsiyetlerini bir tutmamış, bu farkı ince çizgilerle ayırmıştır. O, her konuda olduğu gibi, bu konuda da ezber bozmuş ve şu önemli hakîkatleri ifade etmiştir: “Bir insanın müteaddit şahsiyeti olabilir. O şahsiyetler ayrı ayrı ahlâkı gösteriyorlar. Meselâ, büyük bir memurun, memuriyet makamında bulunduğu vakit bir şahsiyeti var ki, vakar iktiza ediyor, makamın izzetini muhafaza edecek etvar istiyor. Meselâ, her ziyaretçi için tevazu göstermek tezellüldür, makamı tenzildir. Fakat, kendi hanesindeki şahsiyeti, makamın aksiyle bazı ahlâkı istiyor ki, ne kadar tevazu etse iyidir; az bir vakar gösterse, tekebbür olur. Ve hakeza… Demek, bir insanın vazifesi itibarıyla bir şahsiyeti bulunur ki, hakikî şahsiyeti ile çok noktalarda muhalif düşer. Eğer o vazife sahibi, o vazifeye hakikî lâyıksa ve tam müstaid ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur. Eğer müstait değilse, meselâ bir nefer bir müşir makamında oturtulsa, o iki şahsiyeti birbirinden uzak düşer; o neferin şahsî, adî, küçük hasletleri, makamın iktiza ettiği âlî, yüksek ahlâk ile kabil-i telif olamıyor.” 4

Bediüzzaman, Abdülhamid’i iki cihetle değerlendirmiştir

Burada da görüldüğü üzere Bediüzzaman, açıkça Sultan Abdülhamid’in “vazifesi itibarıyla bir şahsiyetini” nazara alarak şerîat namına hatalı gördüğü içtimâî ve siyâsî kusuruna, zayıf ve hafif istibdad olarak telâkki ettiği uygulamalarına itiraz etmiş; ancak ‘hakikî şahsiyeti’ olan ve siyâsî şahsiyetinden çok uzak düşen ‘şahsî fazîletini’ her daim ifade ederek onun “şahsen veli makamında” oluşunu teyid etmiştir. Bu konuda “O şefkatli sultana”, “Sultan-ı mahlûa” 5 ve “Sultan-ı mazluma” 6 Bediüzzaman “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan halife-i Peygamberî” şeklinde hitap ederken, “Onun padişahlar içinde bir nevi velî hükmüne geçtiğine kanaat etmiştir.” 7 Bu çok ince ve önemli meseleyi tam idrak edemeyenler, Bediüzzaman’ı ne yazık ki tam anlayamamış ve ona haksızlık yapmaya devam etmiştir.

Zayıf istibdat bütün bütün Abdülhamid’e verilemez

Konunun bir diğer boyutu da şöyle olmalıdır. Her zaman ve zeminde bazı idarecileri kuşatan ve rahat hareket etmelerini engelleyen, icrâatlarını etkileyen ve sekteye uğratan insanlar olmuştur. Onun için olaylara tek taraflı ve tek boyutlu bakmamak gerekir. Sultan Abdülhamid, şerîat adına istibdâd uygulamaya mecbûr bırakılmış ise; elbette ki çevresinde onu kuşatan komitelerin, paşaların ve kişilerin de etkisi azımsanmayacak kadar fazladır. Bediüzzaman Hazretleri’ni padişah ile görüştürmeyen ve tımarhaneye gönderilmesinde ektili olan da bu müstebid mizaçlı kişilerdir. Gerçi Bediüzzaman “Sultan Abdulhamid’in emriyle tımarhaneye kadar sürüklendim.” 8 ifadesini Şuâlar eserinde bizzat kendisi kullanmıştır. Demek tımarhaneye kadar sürüklenmesinde, Sultan Abdulhamid’in emri ve kat’i haberi de vardır. Ancak ne olursa olsun meselelere yaklaşırken ve değerlendirirken tek bir noktadan değil, bütüncül olarak bakmak ve hakkaniyet içinde kalmak için, Bediüzzaman’ın eserlerinde temas etmiş olduğu bütün noktalara ulaşmak, küllî bir nazar ile mütalâa etmek elzem görünüyor. Yoksa haksızlık yapılmış olur ve bir kısır döngü içinde Bediüzzaman ve Abdülhamid meselesi gelecek nesillere hakkaniyet içinde aktarılmamış olur.

Dipnotlar:

1- Eski Said Dönemi Eserleri (Divanı Harbi Örfi), 2013, s. 134.
2- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s: 308.
3- Mektubat, 2013, s. 745.
4- Mektubat, 2013, s. 135, 136.
5- Eski Said Dönemi Eserleri (Divanı Harbi Örfi), 2013, s. 133.
6- Eski Said Dönemi Eserleri (Divanı Harbi Örfi), 2013, s. 140.
7- Eski Saîd Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s: 308.
8- Şuâlar, 2013, s. 782.

Bediüzzaman ile Sultan Abdülhamid’in konumu

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (116)

Bediüzzaman ve Abdülhamid meselesine bir genel değerlendirme yapacak olursak; zaman zaman sû-i istimallere ve yanlış anlamalara sebep olan Bediüzzaman ve Sultan Abdülhamid arasındaki ilişkiler, hakîkatiyle değerlendirilememiştir. Bu konuda yapılan en bariz hata; verese-i Nübüvvet vazifesi ile muvazzaf bir âlim ile, siyâsî bir devlet adamının aynı terazi kefesine konularak karşılaştırılması ve tartılmaya çalışılmasıdır. Bu yanlış kıyas, bizi tamamen hatalı bir sonuca götürecektir.

Asırlardır âlimler, özellikle ilmiyle âmil peygamber varisleri, devlet erkânını îkaz edip, onlara yol göstermişlerdir. Bu eleştirileri tamamen dinî ve ilmî cihetten gelen hassasiyetleri ve vazifeleri gereğincedir. Hiç kimse kalkıp, bir âlim ile bir devlet reisini kıyaslayıp, şu haklı, bu haksız gibi bir ayrım yapmamalıdır. Çünkü bu kıyas, kıyas-ı maalfarıktır. Hakikî peygamber varisi olan âlimler, Kur’ân’ın emirlerini ve sünnetin prensiplerini nazara alır, bunlara uymayan fiil ve davranışları şiddetle eleştirirler. Bu vaziyete herkes saygı göstermelidir. Çünkü âlimler, devlet idarecilerinin makamına talip değil, onları makamlarında îkaz ve hatalarını ihtar edecek konumdadır. Devlet idarecileri umera, âlimler ise ulema sınıfına dâhildir. Ulema her daim umeradan üstün konumda olup; umera, ulemanın îkaz ve ihtarlarına kulak vermek zorundadır. “Hazret-i Ali (ra) mükerreren, kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefâ-i selâseye (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman’a) ittibâ ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması” 1 ve “Hz. Ömer’in (ra) hutbe okurken üzerindeki cübbenin hesabını soran sahabeye, cübbenin hesabını verdikten sonra: “Şimdi konuş, ey mü’minlerin emiri! Şimdi dinliyor ve sana itaat ediyorum.” 2 diyerek mukabele etmesi, ümmetin içinde devlet idarecilerine yol gösterici konumda olmaları çok önemli ders ve hikmetlerde doludur.

Devlet idarecisi olan umeranın davranış ve icraatları, çoğu zaman harici ve dahili siyâsetin, dış güçlerin, ilcaat-i zamanın tazyiki altında ve tesirat-ı hariciyenin etkisinde kalabilir. Sultan Abdülhamid devri de değerlendirildiğinde onu zaman zaman tenkit eden, M. Âkif, Elmalılı, Mustafa Sabri ve Bediüzzaman gibi şahsiyetlerin yaptıkları eleştirilerin Kur’ân ve Sünnet hukuku açısından son derece haklı gerekçeleri vardır. Bu îkaz ve ihtar vazifelerini yapmak aynı zamanda “haksızlık karşısında susmama” prensibi açısından üzerlerine farz bir vazifedir.

Bir başka açıdan bakıldığında Sultan Abdülhamid’in de icraatlarında kendi açısından zorlukları ve siyasî sebepleri vardır. Yaşanan o siyasî sebepleri, kendisi gibi işin ehli siyâsetçiler değerlendirir, “iyi yaptı” ya da “yanlış yaptı” şeklinde fikir beyanında bulunabilirler. Şunu net olarak ifade edebiliriz ki; Kur’ân’a ve sünnete sıkı sıkıya bağlı bir âlim, zamanın sultanını bazı noktalarda din ve şerîat adına ikaz ettiği için hiçbir şekilde haksız görülemez.

Her meseleyi kendi makamında ve şartlarında değerlendirmek gerekir. Onun için Bediüzzaman ile Sultan Abdülhamid aynı teraziye konulup tartılamaz ve tartılmaya kalkışılırsa bu büyük bir hatanın başlangıcı olur. Birileri Sultan Abdülhamid’in halk nezdindeki muhabbetini maddî veya mânevî bir ranta çevirmeye kalkabilir. Böylece Abdülhamid üzerinden siyasî bir rant elde etmeye ve muhaliflerini susturmaya kalkanlara bu fırsatı vermemek lâzımdır.

Bediüzzaman, sadece bir alanda (tefsir veya kelâm alanında) müceddid değildir. O, aynı zamanda “siyâset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi” 3 tarih ilminde de müceddittir. Bediüzzaman bu konuda da halen net olarak anlaşılmış değildir. Müntesipleri arasında dahi bu noktalar pek de netleşmiş gözükmüyor. Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu prensipler ve hakîkatler, dînî tecdidin bir parçasıdır, biri diğerinden ayrı düşünülemez.

Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid’i hata yapmaması ve önceden tedbir alınması adına şerîat namına îkaz etmiştir. Sultan Abdülhamid idarenin başında iken, yetkili ve sorumlu olduğu için, görülen aksaklıklar özellikle dine ve şerîata aykırı vaziyetler, itidalli bir tarzda dile getirilmiş ve düzeltilmesi istenmiştir. Bu son derece normal ve gerekli bir durumdur. Sultan Abdülhamid idareden çekildikten sonra, İttihatçılar onu eleştirmeye devam ettiler. Kendi yetersizliklerini ve kabahatlerini onu eleştirerek örtme yolunu seçtiler. Bu durumda İslâm âlimleri susarken Bediüzzaman yine susmadı, bu defa İttihatçıların şiddetli istibdadını ve hatalı uygulamalarını da eleştirdi. Bediüzzaman’ın Sultan Abdülhamid dönemindeki muhalefeti şahsî değil, ilkesel ve prensiplere bağlı bir muhalefet olduğu bilinmelidir. Bediüzzaman’ın asıl muhalefetinin istibdat uygulamalarına olduğu âşikârdır. “Bediüzzaman ve Mehmet Âkif gibi İslâm âlimlerinin meşrû dairedeki hürriyet ve meşrûtiyeti istemeleri, Abdülhamid’e niçin muhâlif olduklarını çoğu mevcut İslâmcı yazarlar ve tarihçiler hâlâ anlayabilmiş değiller. O dönemde birçok mütedeyyin isim, Sultan Abdülhamid’in istibdadına karşı oldukları için muhalif görülüyorlardı. İstibdadın İslâmla örtüşmediğini söylüyorlardı. Âkif’in istibdad şiiri ve Said Nursî’nin istibdat tanımlarını daha dikkatli okumak gerekir. Bu âlimler aslında gerçek hürriyet ve meşrûtiyetin Osmanlıyı çöküşten kurtardığı gibi, Asya Kıt’ası’nın ve İslâm’ın da kurtuluşu olduğunu söylüyorlardı.” 4

Dipnotlar:

1- Lem’lar, 2013, s. 46.
2- Müslim b. Kuteybe ed-Dineveri, Uyunu’l-ahbar, 1/118; Ebu’l-ferec İbnü’l-cevzi, Sıfetü’s-saffe, 1/203-204.
3- Şuâlar, 2013, s. 932.
4- Muhammed Yusuf Akbaş, 28.12.2020, Yeni Asya Gazetesi.

Bediüzzaman’ın eserlerinden Abdülhamid tesbitleri

Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler-117

Bediüzzaman’ın üç hayat devresi olarak bildiğimiz Eski, Yeni ve Üçüncü Said dönemi eserlerinde Sultan Abdülhamid ile ilgili değerlendirme ve tesbitlerini tarayarak ulaşabildiklerimizi sizlerle paylaşmak ve bir bütün olarak konuyu değerlendirmek istiyoruz. Böylece Bediüzzaman’ın üç devre hayatında da ne kadar tutarlı ve hakkaniyetli tesbitler yaptığı anlaşılmış olur. Elbette bu tesbit ve değerlendirmeler üzerine bizim de Risale-i Nur’un bütününe istinaden yapacağımız izah ve yorumlar olacaktır. İnşallah böyle bir çalışma Bediüzzaman ve Abdülhamid meselesinin anlaşılmasına katkı sağlayacak konumda olur.

Gayret bizlerden, tevfik Rabbimizden inşâallah.

Bediüzzaman’ın muhalefeti hak ve hakîkat hesabınadır

Bediüzzaman, Meşrûtiyetin ilk günlerinde söylediği nutkunun son bölümünde “Yaşasın yaraları tedavi etmek fikrinde olan Halife-i peygamber!” 1 demek sûretiyle, Sultan Abdülhamid’in şahsiyet ve makamına temas etmektedir. Bediüzzaman, Sultan Abdülhamid’in şahsî meziyetlerini takdir etmekle beraber, onun takip ettiği içtimâî ve siyasî kusur olarak addettiği siyâsetine şeriat hesabına ta’rizde bulunmuş müstesna bir şahsiyettir. Bediüzzaman Sultan Abdülhamid’in şahsından söz ederken, diğer bazı kimselerin yaptığı gibi onu tahkir ve tezyife zerrece tenezzül etmemiş, sonradan da yazdıklarından asla nedamet etmiş de değildir. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın muhalefet ettiği nokta, Abdülhamid’in şahsı değil, belki onun uyguladığı yahut tatbik etmek zorunda kaldığı “zayıf istibdad” siyâsetidir. Bediüzzaman Münâzarât eserinde “Sultan Abdülhamid’in mecbur olduğu istibdadı”ndan 2 söz eder. Demek ki görünen kusur ve hatalar Abdülhamd’in şahsından ziyade, onun belki de mecbur olduğu mutlak monarşik politikalardan kaynaklandığını da görmek lâzımdır.

Bediüzzaman âlem-i mânâda padişahı görüyor

24 Mart 1909’da Volkan Gazetesi’nde (11 Mart 1325, Volkan, Sayı: 83-84) yayınlanan “Dağ meyvesi acı da olsa devadır.” 3 başlıklı makalesinin yedinci maddesinde “Hilâfete dair bir rüyadır. Âlem-i mânâda padişahı (Sultan Abdülhamid’i) gördüm. Dedim: “Sen zekâtü’l-ömrü Ömer-i Sani’nin (Ömer bin Abdülaziz) mesleğinde sarf et; tâ ki Meşrûtiyet riyasetine lâzım ve biatın mânâsı olan teveccüh-i umûmîyeyi kazanasın…” 4 şeklinde devam eden, rüya diye tavsif ettiği ve onu gazetelerde bir çeşit açık mektup şeklinde neşrettiği ve onun sonunda “Asıl uyanıklık ve hakîkat o rüya imiş.” dediği makalesinde, merhum Sultan Abdülhamid’in İslâm Halifesi olduğunu ifade etmektedir. Bediüzzaman, muhatabının kim olduğunu gayen iyi biliyor ve târihî sorumluluğunu bihakkın ifa etmeyi bir vazife addediyordu. O, hem müsbet hareket ediyor, hem de yol gösterici tavsiyelerini vakt-i zamanında yerine getiriyordu.

“Padişah yine size imamdır, iktida ediniz!”

Bediüzzaman “Kürdistan Ulema Ve Meşâyih Ve Rüesa Ve Efrâdına Meşrûtiyete Dâir Telkinâttır” 5 başlıklı yazısında Sultan Abdülhamid için şöyle diyor: “Şimdiye kadar padişaha iktida ettiniz ki, milletin vahşetinden dolayı tedenni ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebri millette istimale lüzum gördünüz. Şimdi de padişah yine size imamdır. İktida ediniz ki, o, ömr-i ebedîye mazhar olan marifet ve adaletiyle milletini idare edecek. Siz de öyle yapınız, tâ ki necat bulasınız. Kuvvet ve cebir yerine akıl ve adaleti istimal ediniz; ve tahvif yerinde muhabbeti ikame ediniz, tâ riyasetiniz berdevam olsun. Mâhâsıl: Efendimiz o kadar haşmetli ağalık kürkünü milletine bağışladı. Siz de o eski ve kehlelenmiş ağalık abasını bir hulle-i adalete tebdil ediniz.” 6 Bediüzzaman Hazretleri, “Padişah’a ve Hilâfet-i İslâmiye cihetinden Hâlifeye, şarklı vatandaşlarını, itaate, i’tidale, iktidaya dâvet etmekle beraber; Meşrûtiyet dönemi icabatından olan marifet ve akıl yolunda yürümelerini, zulüm ve cebri bırakmalarını, milleti istihdam etmek değil, ona hizmet etmelerini tavsiye ediyor ve Meşrûtiyet şerefinin esasını yine Sultan Abdulhamid’e veriyor.

Aynı yazının devamında ise şöyle diyor: “İstibdadın maden ve münbiti olan şeref ve haysiyet ve itibarî rütbeden istimdat ve milleti istihdam ve hatır ve tahakküm ve taraftarı rabıta etmektir ki, vahşetin ağalığı budur. Ümmü’l-ağavat (ağaların anası) olan Yıldız’da ebu’l-ağavat (ağaların babası) olan Sultan Hamid bu ağalıktan vazgeçti; nerede kaldı başka sivrisinekler!” 7 Sultan Abdülhamid bir zamânlar Şark’taki aşiretleri kendisine, dolayısıyla Osmanlı Saltanatı’na bağlamak maksadıyla büyük aşiret reislerine, kimisine paşalık, kaymakamlık, kimisine binbaşılık rütbesi vermiştir. Neticesinde o aşiret çöl paşalarının çok zulümleri ve vahşetleri vaki’ oldu.” 8

Dipnotlar:

1- Eski Said Dönemi Eserleri

(Nutuk), 2013, s. 182.

2- Eski Said Dönemi Eserleri

(Münâzarât), 2013, s. 238.

3- Eski Said Dönemi Eserleri

(Makalat), 2013, s. 58.

4- Eski Said Dönemi Eserleri

(Makalat), 2013, s. 62.

5- Eski Said Dönemi Eserleri

(Nutuk), 2013, s. 190.

6- Eski Said Dönemi Eserleri

(Nutuk), 2013, s. 191.

7- Eski Said Dönemi Eserleri

(Nutuk), 2013, s. 195.

8- Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursî’nin İlmî Şahsiyeti, Cilt-I, s. 399.

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.