Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez

Risale-i Nur

Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez

Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin konuğu Kocaeli’den Ahmet Cemil Çökren oldu.

Hizmet Rehberi isimli eserin 6. Bölümünden Nur Talebeleri’nin hususiyetlerinden çeşitli başlıklardan bir ders icra etti.

EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.

  • Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez
  • Nur Talebeleri diğer dindarlarla münakaşaya girmez

Hizmet Rehberi

Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez

Azîz, sıddık kardeşlerim,
Evvelen, garip bir münâzara-i nefsiyemi, bana mahsus iken, berâ-i mâlûmât, size yazmak hatınma geldi. Şöyle ki:

Başım üstündeki size mâlûm levha nefsimi tam susturduğu halde, bu gece nefs-i emmârenin silâhını daha musırrâne istimâl eden kör hissiyâtım, damarlarıma tam dokundurup, tesemmüm ve hastalıktan gelen ziyâde teessür ve hassâsiyet ve şeytandan gelen ilkaât, ve fıtrî hubb-u hayattan gelen acîb bir hâletle, o ikinci nefs-i emmâre hükmünde olan kör hissiyât, benim vefât ihtimâlinden şiddetli bir me’yusiyet ve teellüm ve kuvvetli bir hırs ve zevk ve lezzetle kalb ve rûhuma tam ilişti. “Ne için istirahat-i hayatına çalışmıyorsun, belki reddediyorsun; ve gâyet zevkli ve mâsumâne lezzetli bir hayat ve bir ömür kendine Nur dairesinde aramıyorsun ve ölmeye karar verip râzı oluyorsun?” dedi ve dediler. Birden gâyet kuvvetli iki hakîkat, o ikinci nefs-i emmâreyi şeytanla beraber susturdu.

Birincisi: Mâdem Risâle-i Nur’un vazife-i kudsiye-i îmâniyesi benim ölümümle daha ziyâde hâlisâne inkişaf edecek ve hiçbir cihetle dünya işlerine ve benlik ve enâniyete vesîlelikle ittiham edilmeyecek ve rekâbeti tahrik eden hayat-ı şahsiyemi bulmadığı için daha mükemmel ve ihlâs ile o vazife devam edecek; hem, ben dünyada kaldıkça-gerçi bir derece yardımım olabilir, fakat âdi şahsiyetimin ehemmiyetli râkipleri, münekkitleri, o şahsiyeti ittiham edebilir ve Risâle-i Nur’a ihlâssızlıkla ilişebilir ve bir derece çekinir, çekindirir-hem bir derece bekçilik yapan bir şahsiyetin yatmasıyla, o daire-i nûrâniyedeki bütün ehl-i gayret müteyakkız davranır; bir nöbettar yerine binler bekçi çıkar; elbette, ölüm gelse, “Baş üstüne geldin” demek gerektir.
Hem, mâdem Nur Şâkirtlerinden çokları hem malını, hem istirahatini, hem dünya zevklerini, hem lüzum olsa hayatını Nurun hizmetinde fedâ ediyorlar; sen ey nefsim, neden fedâkârlıkta en geri kalmak istersin?
Hem, katiyen bil ki, çok bîçarelerin hayat-ı bâkiyelerini Nurlarla kurtarmak hizmetinde, fânî ve zahmetli ihtiyarlık hayatını memnuniyetle bırakmaya lüzum olsa veya vakti gelse, râzı olmak gâyet lezzetli bir şereftir.

İkincisi: Nasıl ki âciz, zayıf bir adam, bir batmanı kaldıramadığı halde, on batman yük, üstüne yığılmış bulunsa ve dostları onu çok kuvvetli bilip, ona, gizli zaafına yardımdan ziyâde, ondan yardım istedikleri halde, o bîçare de onların hüsn-ü zannını kırmamak veyahut kendini çok aşağı göstermemek için gâyet ağır ve soğuk olan gösteriş ve tekellüflerle kendini yüksek ve kuvvetli göstermeye çalışmak, çok elîm ve zevksiz olması gibi; aynen öyle de, ey kör hissiyâtın içine giren nefs-i emmâre, bu âdi şahsiyetimin ve bir çekirdek kadar ehemmiyeti olmayan istidâdımın yüz derece fevkınde ve sırf bir inâyet-i Rabbâniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur’ân’ın eczahâne-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlâhiye ile elimize verilen Risâle-i Nur’daki hakîkatlere o şahıs masdar ve menbâ ve medâr olamaz. Belki, yalnız çok bîçare ve muhtaç ve Kur’ân kapısında bir sâil ve muhtaçlara yetiştirmeye bir vesîle olduğum halde, Nurun muhlis ve hâlis, sıddîk ve sâdık, sâfî ve fedâkâr şâkirtleri, o bîçare şahsiyetim hakkında yüz derece ziyâde hüsn-ü zanlarını kırmamak ve hissiyâtlarını incitmemek ve Nurlara karşı şevklerine ilişmemek ve “üstad” nâmı verdikleri o bîçare şahsı-onların hatırı için-çok aşağı olduğunu göstermemek ve ağır ve elemli tekellüflere ve tasannûlara mecbur olmamak için ve yirmi sene tecridâtın verdiği tevahhuş için-hattâ dostlarla dahi hizmet-i Nûriye olmazsa görüşmeyi terk ediyorum ve etmeye rûhen mecbur oluyorum-ve tekellüfe ve kıymetten ziyâde kendimi göstermeye ve ziyâde hüsn-ü zan edenlere karşı hoş görünmek için kendimi makam sahibi göstermek ve sırr-ı ihlâsa tam münâfi kendini büyük göstermek ve vakar perdesi altında benliğin zararlı ve fânî zevkini aramak hâletleri ise, ey nefsim, meftûn olduğun o zevkleri hiçe indirirler.

Ey nefıs! Ey zevke müptelâ bedbaht kör hissiyât! Binler dünyevî zevki alsan, şu vaziyette yine bozulur, o zevk ayn-ı elem olur. Mâdem yüzde doksan mâzideki ahbap âdetâ, güyâ beni berzâha çağırıyorlar. Bu hazır zamandaki on dosttan ben kaçmaya mecbur oluyorum. Elbette bu ihtiyarlık ve yalnızlık hayata, berzah hayat-ı mâneviyesi bin derece müreccahtır diye, bu iki hakîkatle, hadsiz şükürler olsun, o ikinci nefs-i emmâre tam susturuldu, kalb ve ruhtan gelen zevke râzı oldu, şeytan dahi sustu, hattâ damarlarımdaki maddî hastalık da gâyet hafifleşti.
Elhâsıl, ölsem, vazife-i Nuriye daha ziyâde ihlâs ile rekâbetsiz, ittihamsız inkişaf eder.
Hem bu zamanda aramadığım cüz’î, muvakkat zevk ve bu hayat ve dünya gözüyle fütûhât-ı Nuriyeden gelen lezzet bedeline, çok ağır, soğuk ve nâhoş tekellüf elemlerinden ve hodfüruşluk zahmetlerinden ve tasannû zararlanndan kurtulmak vardır.
Hem, bu senede bir defa, ey nefıs, ruh ve kalb ile beraber çok müştak olduklarınız eski zevkli, ve hayatımdaki yaşadığım memleketleri ve ünsiyet ettiğim ahbapları ve müfârakatlarından çok mahzun olduğum kardeşleri görmek için, beraber, kısmen hakîkaten, kısmen hayâlen o geçmiş mâzide gezdin. Sen de gördün ki, o sevimli, müteaddit vatanlarımda, yüzde ancak bir iki ahbâbı bulabildin; ötekiler, bütün, berzah âlemine göçmüşler ve o sevimli hayat levhaları değişmiş, elîm ve hazîn bir vaziyet almış. Daha o ahbapsız yerleri görmek.istenilmez. Onun için, bu hayat ve bu dünya bizi kovmadan evvel ve “Haydi dışarıya” demeden, biz kemâl-i izzetle “Allah’a ısmarladık” deyip, izzetimizle bu fânî zevklerimizi bırakmalıyız.

Emirdağ Lâhikası-1, s.196-198.

Nur Talebeleri diğer dindarlarla münâkaşaya girmez

Kardeşlerim, çok dikkat ve ihtiyat ediniz, sakın sakın hocalarla münâkaşa etmeyiniz. Mümkün olduğu kadar musâlâhakârâne davranınız, enâniyetlerine dokunmayınız. Bid’at taraftarı da olsa ilişmeyiniz. Karşımızda dehşetli zındıka varken, mübtedi’lerle uğraşıp onları, dinsizlerin tarafına sevk etmemek gerektir. Eğer size ilişmek için gönderilmiş hocalara rast gelseniz, mümkün olduğu kadar münâzaa kapısını açmayınız. İlim kisvesiyle îtirazları, münâfıkların ellerinde bir senet olur.
Emirdağ Lâhikası-I, s.130.

Risâle-i Nur dairesinde bulunan ve bilfiil çalışan hocalardan ve Konya hocalarından başka, sâir hocalara, bugünlerde, tashîhât yaparken şiddetli bir hiddet bana geldi. Çünkü Arabî okumayan Nur şâkirtlerinin fedâkârları, Arabî bilmemesinden sehivler, hatâlar oluyor. Ben de zahmet çektiğimden, hem eski talebelerimden olan hocalara ve kardeşime, hem şimdiki Ankara’da ve İstanbul’daki resmî hocalara bağırarak dedim: “Ey insafsızlar! Neden hem vazifeniz, hem medresenin mahsulü, hem size farz-ı ayn gibi lüzumu bulunan bu hizmet-i îmâniyede bana yardım etmiyorsunuz? Belki de, sizin lâkaydlığınızdan, çokların çekilmesine sebebiyet veriyorsunuz? İmâm-ı Ali’nin (r.a.), âhirzamanın bir kısım hocalarına vurduğu tokattan hissedar oluyorsunuz” diye dehşetli bir îliraz kalbe gelirken, birden, kalbini bozmayan hocaları müdâfaa etmek için üç mânâ ihtar edildi.

Birincisi: Resmen iki büyük merkezde, iki heyet-i ilmiye, beyânı münâsip olmayan çok esbâba binâen, her vesîleyle hoca kısımlarının Risâle-i Nur’dan çekilmeleri için çok vâsıtaları istimâl ediyorlar. Memuriyet gibi derd-i maîşet belâsıyla bîçare hocaları dairelerine çekip, Nurlardan uzaklaştırıyorlar. Bîçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derdi maîşet veyahut o heyet-i ulemâdaki büyük hocalara îtimat edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dînî kendi îmânını kurtaracak derecesindedir zannıyla lâkayd kalıp, ruhsatla amel etmeye kendine fetvâ buluyor.

İkinci Mânâ: Bu kadar dehşetli bir hücum ve tazyike mâruz kalan Risâle-i Nur şâkirtlerini, evham yüzünden, güyâ “Menemen ve Şeyh Said vak’aları gibi bir hâdisenin ihtimâli var” diye, iki defa, imhâ için; hem-perde altında-eskiden beri düşmanlarım, hem resmen kánun ve idâre ve siyâset cihetinde merhametsiz bir sûrette bâzı erkân-ı hükûmetin bizi iki defa hapis ve ittiham etmesi ve resmî ve gayr-i resmî propagandalarla herkesi bizden ve Nurlardan ürkütmesiyle, elbette hassas ve bir derece zayıf hocalara ehemmiyetli bir korku verip, bir mâzeret olur. Onun için, ekseriyet değil, belki yalnız fevkalâde bir cesâret ve gayret taşıyan bir kısım hocalar, Nurlar dairesine girip, girmeyenleri de bir derece affettirdiler.

Emirdağ Lâhikası-I, s. 210.

DİĞER BÖLÜMLER

1. Bölüm: Nur Talebeleri enaniyeti en büyük tehlike olarak bilir

2. Bölüm: Tesanüdü muhafaza etmek

3. Bölüm: İman hizmetinde korku duygusu taşımamak

4. Bölüm: İnsani zaaflarımızın hizmete zarar vermesi

5. Bölüm: Ehl-i dünya Nurculara nasıl tesir ediyorlar?

6. Bölüm: Kardeşlerimizi enaniyet ve sadakatsizlikle ittiham ediyor muyuz?

7. Bölüm: Dünya ücret yeri değil, hizmet yeridir

8. Bölüm: Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez

9. Bölüm: Risale-i Nur’a hizmeti en birinci vazife bilmek

10. Bölüm: Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak

11. Bölüm: İman hizmetini hiçbir şeye alet etmemek

İlk yorumu siz yazın

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.