Kardeşlerimizi enaniyet ve sadakatsizlikle ittiham ediyor muyuz?
Risale-i Nur’dan Dersler köşesinin bu haftaki konuğu Kocaeli’den Ahmet Cemil Çökren oldu.
Hizmet Rehberi isimli eserin 6. Bölümünden Nur Talebeleri’nin hususiyetlerinden çeşitli başlıklardan bir ders icra etti.
EuroNur.tv ekranlarından izleyebilirsiniz.
- Birbirine minnettarlık duyma yerine, dua ve tebrik etmek
- Birbirlerine ihlasla muhabbet beslemek
- Cemaat içinde şahsi cesareti kullanmamak
- Birbirini enaniyet ve sadakatsizlikle ittiham etmemek
- Birbirine tesellici ve numune-i imtisal olmak
- Birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek
- Risale-i Nurlara sadakat, sebat ve metanetle bağlanmak
Birbirine minnettarlık duyma yerine, duâ ve tebrik etmek
Risâle-i Nur’un şâkirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nîmetlerine mazhar bâzı zâtlar-Hüsrev, Re’fet gibi-iktirânı illetle iltibas etmişler, Üstâdına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur’ânîde verdiği nîmet-i istifâde ile, Üstadlarına ihsan ettiği nîmet-i ifâdeyi beraber kılmış, mukârenet vermiş. Onlar derler ki: “Eğer Üstâdımız buraya gelmeseydi biz bu dersi alamazdık. Öyle ise onun ifâdesi, istifâdemize illettir.” Ben de derim:
“Ey kardeşlerim, Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nîmet beraber gelmiş. İki nîmetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illetle iltibas ederek, bir vakit Risâle-i Nur’un sizler gibi elmas kalemli yüzer şâkirtlerine çok minnettarlık hissediyordum ve diyordum ki: `Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir bîçare nasıl hizmet edecekti?’ Sonra anladım ki, sizlere kalem vâsıtasıyla olan kudsî nîmetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakıyet ihsan etmiş. Birbirine iktirân etmiş; birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, duâ ve tebrik ediniz.”
Mesnevî-i Nûriye, s. 147.
*****
Birbirlerine ihlâsla muhabbet beslemek
Medâr-ı necât ve halâs, yalnız ihlâstır. İhlâsı kazanmak çok mühimdir. Bir zerre ihlâslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır. İhlâsı kazandıran, harekâtındaki sebebi sırf bir emr-i İlâhî ve neticesi rızâ-yı İlâhî oldcığunu düşünmeli ve vazife-i İlâhiyeye karışmamalı.
Herşeyde bir ihlâs var. Hattâ muhabbetin de ihlâs ile bir zerresi, batmanlarla resmî ve ücretli muhabbete tereccüh eder. İşte bir zât bu ihlâslı muhabbeti böyle tâbir etmiş:
وَ مَا اَنَا بِالْبَاغ۪ى عَلَى الْحُبِّ رِشْوَةً ضَع۪يفٌ هَوًى يُبْغٰى عَلَيْهِ ثَوَابٌ 1
Yani, “Ben muhabbet üzerine bir rüşvet, bir ücret, bir mukâbele, bir mükâfat istemiyonım. Çünkü, mukâbilinde bir mükâfat, bir sevap istenilen muhabbet, zayıftır, devamsızdır.” Hattâ hâlis muhabbete tam mânâsıyla vâlidelerin şefkatleri mazhardır. Vâlideler, o sırr-ı şefkat ile, evlâtlarına karşı muhabbetlerine bir mükâfat, bir rüşvet istemediklerine ve talep etmediklerine delil, rûhunu, belki saadet-i uhreviyesini de onlar için fedâ etmeleridir. Tavuğun bütün sermâyesi kendi hayatı iken, yavrusunu itin ağzından kurtarmak için-Hüsrev’in müşâhedesiyle-kafasını ite kaptırır.
Mesnevî-i Nûriye, s. 146.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : bk. İbni Kays, Kurad-Dayf 1:95, 207; ez-Zehebî, Târihul-İslâm 103.
*****
Cemaat içinde şahsî cesâreti kullanmamak
Risâle-i Nur dairesine girenler, şahsî cesâretlerini kıymetleştirmek için, sarsılmaz bir sebat ve metânete ve ihvanlarının tesânüdüne cidden çalışmaya sarf edip, o cam parçası hükmünde şahsî cesâretini, hakîkatperestlik sıddîkıyetindeki fedâkârlık elmasına çevirmek gerektir.
Evet, mesleğimizde ihlâs-ı tâmmeden sonra en büyük esas, sebat ve metânettir. Ve o metânet cihetiyle şimdiye kadar çok vukuât var ki, öyleler, herbiri yüze mukâbil bu hizmet-i Nuriyede muvaffak olmuş âdi bir adam ve yirmi otuz yaşında iken, altmış yetmiş yaşındaki velîlere tefevvuk etmişler var.
Hem bir adam, kendi başına cesâreti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesânideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhâfaza etmek için, o şahsî cesâreti istimâl edemez.
Kastamonu Lâhikası
*****
Birbirini enâniyet vesadâkatsizlikle ittihametmemek
[Birbirinizi enâniyetle ve sadâkatsizlikle ittiham etmemek için, bir hakîkati beyân etmek ihtar edildi.]
Ben bir zaman enâniyetini bırakmış ve nefs-i emmâresi kalmamış büyük evliyâdan, şiddetli bir sûrette nefs-i emmâreden şikâyet ettiğini gördüm, hayrette kaldım. Sonra katî bildim ki, âhir ömre kadar mücâhede-i nefsiyenin sevaptar devamı için nefs-i emmârenin ölmesi üzerine onun cihazâtı damarlara ve hissiyâta devredilir, mücâhede devam eder. Hem, mânevî kıymet ve makam ve meziyet, bu dünyaya bakmıyor ki kendini ihsâs etsin. Hattâ en büyük makamda bulunanlardan bâzı zâtlara verilen büyük bir ihsân-ı İlâhîyi hissetmediklerinden, kendilerini herkesten ziyâde bîçare ve müflis telâkkî etmeleri gösteriyor ki, avâmın nazarında medâr-ı kemâlât zannedilen keşif ve kerâmet ve ezvâk ve envâr, o mânevî kıymet ve makamlara medâr ve mehenk olamaz. Sahabîlerin bir saati, başka velîlerin bir gün, belki bir çilesi kadar kıymet olduğu halde, keşif ve mânevî hârikulâde hâlâta evliyâ gibi mazhariyetleri her Sahabîde olmaması, bu hakîkati ispat ediyor.
İşte kardeşlerim, dikkat ediniz, sizin nefs-i emmâreniz kıyâs-ı binnefs cihetinde, sû-i zan noktasında sizleri aldatmasın. Risâle-i Nur terbiye etmiyor, diye şüphelendirmesin.
Şuâlar, s. 278.
*****
Birbirine tesellîci ve nümûne-i imtisâl olmak
Bu eski ve yeni iki medrese-i Yûsufıyedeki şiddetli imtihanda sarsılmayan ve dersinden vazgeçmeyen ve yakıcı çorbadan ağızları yandığı halde talebeliğini bırakmayan ve bu kadar tehâcüme karşı kuvve-i mâneviyesi kırılmayan zâtları ehl-i hakîkat ve nesl-i âti alkışlayacakları gibi melâike ve rûhânîler dahi alkışlıyorlar diye kanaatım var. Fakat içinizde hastalıklı ve nâzik ve fakirler bulunmasıyla, maddî sıkıntı ziyâdedir. Ve buna karşı da herbiriniz her birisine birer tesellîci ve ahlâkta ve sabırda birer nümûne-i imtisâl ve tesânüd ve taltifde birer şefkatli kardeş ve ders müzâkeresinde birer zekî muhatap ve mucîb ve güzel seciyelerin in’ikâsında birer âyine olmanız, o maddî sıkıntıları hiçe indirir diye düşünüp rûhumdan ziyâde sevdiğim sizler hakkında tesellî buluyonım.
Şuâlar, s. 257.
*****
Birbirinin kuvve-imâneviyesini takviye etmek
Mâdem hakîkat budur ve mâdem şimdiye kadar Risâle-i Nur’un hizmetinde inâyet-i Rabbâniyenin tecellîsini inkâr edilmeyecek derecede gördük; herbirimiz cüz’î ve küllî bunu hissetmişiz ve mâdem şimdi siyâsetin ve dünyanın çok cereyanlarının birbirine karşı tahşidâtı oluyor ve mâdem elimizden kazâya rızâ ve kadere teslim ve hizmet-i îmâniye ve Kur’âniye ve Nuriyenin verdikleri büyük ve kudsî tesellîden başka birşey gelmiyor; elbette bize en elzem iş, telâş etmemek ve me’yuş olmamak ve birbirinin kuvve-i mâneviyesini takviye etmek ve korkutmamak ve tevekkülle bu musîbeti karşılamak ve habbeyi kubbe yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp ehemmiyet vermektir. Bu dünya hayatı, husûsan bu zamanda, bu şerâit altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse gelsin, hoş görmeli.
Şûâlar, s. 282.
*****
Risâle-i Nur’ lara sadâkat, sebat ve metânetle bağlanmak
Risâle-i Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pekçok kıymettar neticeye mukâbil fiyat olarak, o şâkirtlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî ve sarsılmaz sebat ister. Evet, Risâle-i Nur on beş senede medresede kazanılan kuvvetli îmân-ı tahkîkîyi on beş haftada ve bâzılara on beş günde kazandırdığını, yirmi senede yirmi bin zât tecrübeleriyle şehâdet ederler.
Hem, iştirâk-i a’mâl-i uhreviye düsturuyla, herbir şâkirdine, herbir günde binler hâlis lisânlar ile edilen makbul dua ve binler ehl-i salâhatin işledikleri a’mâl-i sâlihanın misil sevâplarını kazandırıp, herbir hakîki, sâdık ve sebatkâr şâkirtlerini amelce binler adam hükmüne getirdiğine delil, kerâmetkârâne ve takdirkârâne İmâm-ı. Ali Radıyallâhü Anhın üç ihbârı ve kerâmet-i gaybiye ve Gavs-ı Âzamdaki (k.s.) tahsinkârâne ve teşvikkârâne beşâreti ve ashâb-ı Cennet olacaklarına müjdesi pek katî ispat ederler. Elbette böyle bir kazanç, öyle bir fiyat ister.
Mâdem hakîkat budur, Risâle-i Nur dairesinin yakınında bulunan ehl-i ilim ve ehl-i tarîkat ve sofi meşrep zâtlar, onun cereyânına girmek ve ilim ve tarikatten gelen eski sermâyeleriyle ona kuvvet vermek ve genişlemesine çalışmak ve şâkirtlerini teşvik etmek ve bir buz parçası olan enâniyetini, tam bir havuzu kazanmak için, o dairedeki âb-ı hayat havuzuna atıp eritmek gerektir ve elzemdir. Yoksa, Risâle-i Nur’a karşı rakîbâne başka bir çığır açmakla hem o zarar eder, hem bu müstakîm ve metîn cadde-i Kur’âniyeye bi1meyerek zarar verir; zındıkaya bir nevî yardım olur.Sakın, sakın, dünya cereyanları, husûsan siyâset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalâlet fırkalarına kârşı perişan etmesin
1 اَلْحُبُّ فِى اللهِ، وَالْبُغْضُ فِى اللهِ düstur-u Rahmânî yerine (el-iyazü billâh)
Allah için sevmek, Allah için düşmanlık beslemek (Feyzü’l-Kadîr, 2:828, Hadis no:1241.) 2 اَلْحُبُّ فِى السِّيَاسَةِ، وَالْبُغْضُ لِلسِّيَاسَةِ düstur-u şeytânî hükmedip, melek gibi bir hakîkat kardeşine adâvet ve elhannâs gibi bir siyâset arkadaşına; muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne nzâ gösterip, cinâyetine mânen şerik eylemesin.
Evet, bu zamanda siyâset, kalbleri ifsad eder ve asabî ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i ruh isteyen adam, siyâseti bırakmalı. Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musîbetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umûmiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tâmme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsîye alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor. Çünkü lüzumsuz ve mâlâyânî bir sûrette vazife-i hakîkiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyâsî boğuşmalara ve kâinatın hâdisâtına merak ile dinleyerek, karışarak, ruhlarını sersem ve akıllarını geveze etmişler; ve bilerek kendi zararına fiilen rızâ göstermek cihetinde, zarara râzı olana şefkat edilmez mânâsındaki Siyâset nâmına sevmek ve siyâset nâmına buğzetmek.
اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَيُنْظَرُلَهُ kâide-i esâsiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet liyâkatini kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlanna belâ getirirler.
Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-i rûhunu muhâfaza eden ve kurtaran yalnız hakîki ehl-i îman ve ehl-i tevekkül ve rızâdır. Bunların içinde de en ziyâde kendini kurtaranlar, Risâle-i Nur’un dairesine sadâkatle girenlerdir. Çünkü, bunlar Risâle-i Nur’dan aldıkları îmân-ı tahkîkî derslerinin nûruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlâhiyenin izini, özünü, yüzünü görüp, herşeyde kemâl-i hikmetini, cemâl-i adâletini müşâhede ettiklerinden, kemâl-i teslimiyet ve rızâ ile, rubûbiyet-i İlâhiyenin icraatından olan musîbetlere karşı-teslimiyetle gülerek karşılıyorlar- rızâ gösteriyorlar. Ve merhâmet-i İlâhiyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler. İşte buna binâen, değil yalnız hayat-i uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini, isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle, Risâle-i Nur’un îmânî ve Kur’ânî derslerinde bulabilirler.
Kastamonu Lâhikası, s. 84-85.
Zarara rızâsıyla girene merhamet edilmez.
Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:
1 : “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek.” Buharî, Îmân: 1.
2 : Siyaset için sevmek, siyaset için buğz etmek.
DİĞER BÖLÜMLER
1. Bölüm: Nur Talebeleri enaniyeti en büyük tehlike olarak bilir
2. Bölüm: Tesanüdü muhafaza etmek
3. Bölüm: İman hizmetinde korku duygusu taşımamak
4. Bölüm: İnsani zaaflarımızın hizmete zarar vermesi
5. Bölüm: Ehl-i dünya Nurculara nasıl tesir ediyorlar?
6. Bölüm: Kardeşlerimizi enaniyet ve sadakatsizlikle ittiham ediyor muyuz?
7. Bölüm: Dünya ücret yeri değil, hizmet yeridir
8. Bölüm: Nur Talebesi dünya rahatına ehemmiyet vermez, onu istemez
9. Bölüm: Risale-i Nur’a hizmeti en birinci vazife bilmek
10. Bölüm: Manevi fırtınalara karşı dikkatli ve ihtiyatlı olmak
İlk yorumu siz yazın