Fetih 1453

 

Sinir bozan Fetih gürültüsü

M. Latif Salihoğlu
(20 Şubat 2012, Yeni Asya)

Büyük bir gürültü ve şaşaa ile vizyona giren “Fetih 1453” isimli filmi dört–beş kişilik bir grupla biz de gidip seyretme imkânını bulduk.

Filmi seyreden hemen herkes, kendi bilgileri, beklentileri ve bakış açısı çerçevesinde birtakım değerlendirmelerde bulundu, bulunmaya devam ediyor.
Biz de, meseleye kendi penceremizden bakarak, yorum ve değerlendirmemizi kısa bazı notlar halinde sizlerle paylaşmaya çalışalım.

* * *

Hemen başta ifade edelim ki, filmi seyretmeye çok sakin bir kafa ve son derece müsbet bir kanaatle gittik.
Ne var ki, iki buçuk saat süren stresli, sıkıntılı, hatta işkenceli bir seyrin ardından, adeta beynimiz zonklamış, kafamız davula dönmüş, sinirlerimiz gerildikçe gerilmiş ve kalbimiz paramparça olmuş bir vaziyette dışarı çıktık.
İstisnasız, hepimiz aynı durumdaydık. Acaba sadece biz mi böyleyiz ihtimaline binaen, çıkışta hiç tanımadığımız kimselere de bizzat kendim sordum; aldığımız cevap, aşağı yukarı hep aynı, hep benzer mahiyette oldu:
Seyrederken çok sıkıldık, daraldık. Hatta yer yer utandık. Keşke küçükleri getirmeseydik. Kulak zarınızı patlatacak, altınızdaki zemini bile titretecek kadar yüksek gürültülü–patırtılı sesler, yer yer “Muhteşem Yüzyıl”ı geride bırakan müstehcen ve müstekreh görüntüler, bizi geldiğimize de, seyrettiğimize de pişman ettirdi. Bazı sahneler, hakikaten yüz kızartıcı mahiyetteydi.
Gereğinden fazla uzatılan yüksek volümlü (bıktırıcı yeauuu, veauuu sesli) savaş sahneleri, simulasyon destekli abartılı kalabalıklı görüntüler ve sinirleri harap eden—gürültüden de öte—patlama raddesindeki uydurma efektler de cabası…
Özetle, çok büyük emeklerle ve çok yüksek meblağlı paralarla tamamlandığı söylenen bu film, cidden fetih ruhunu da, fethin mânâsını da yansıtmaktan hayli uzak görünüyor.

* * *

Öte yandan, bu film, birçok noktada tarihî gerçeklikle de bağdaşmıyor.
Kronolojik sıralamada, özellikle 40 gün kadar süren kuşatma kronolojisinde ciddî hatalar yapılmış.
Bunları burada tek tek sıralamak, yazının çerçevesini fazlasıyla aşar. Üstelik, bir fayda da getirmez. İş işten geçmiş bir kere.
Yine de şunu hatırlatmadan geçemeyiz: İstanbul’un mânevî fatihi olan Akşemseddin Hazretleri, ne yazık ki film bitmek üzereyken sahneye çıkartılıyor ve çok zayıf bir rolde gösteriliyor.
Oysa, bu büyük veli ve âlim şahsiyet, Sultan Fatih’in tâ beşiklik yaşlarından beri Fatih’in yanında ve Fetih sürecinin içinde yer almıştır. Onun mânevî hak ve hukuku nasıl bu derece ketmedilir, anlamak ve hak vermek mümkün değil.

* * *

Tuhaf mı tuhaf karşıladığımız bir başka husus, filmin belki sekiz–on yerinde “Kâfir Türkler”, yahut “Dinsiz Türkler” tâbirinin tekraren sarf ettirilmesiydi.
Güyâ, Bizans Ortodoksları ile Avrupa Katolikleri Türkleri böyle biliyor, böyle görüyorlarmış. Pes doğrusu…
Evvelâ, o tarihlerdeki Haçlı dünyası “Türk”ten ziyade “Osmanlı” ve “Müslümanlar” tâbirini kullanmaktaydı.
Yani, karşılarındaki cephede yer alanların “İslâm dini” mensupları olduğunu gayet iyi biliyorlardır.
Dahası, Türk denildiğinde Müslüman ve neredeyse Müslüman denildiğinde de hatırlarına Türk geliyordu.
Dolayısıyla, Türkleri–hâşâ–dinsiz görmeleri ve öyle yâd etmeleri, hiçbir şekilde mümkün görünmüyor.
Yani, Haçlılar, dinsizlerle değil, İslâm dini mensuplarıyla harb ettiklerinin gayet iyi farkındaydılar. Nitekim, kaynaklarında da bunu defaatle belirtiyorlar zaten.
Buna rağmen, filmde rahatsız edecek kadar tekrarla bu tâbire yer verilmiş olması, zihinlerde ciddî soru işaretleri meydana getirdi.
Hülâsa: Bu film ile ilgili söylenecek daha çok şey var. Fakat biz bu kadarlıkla iktifa ederek, şu birkaç cümle ile son noktayı koyalım…
“Fetih 1453” isimli filmde, baştan sona yalan–yanlış şeyler anlatılıyor değil. İçinde elbette ki doğrular vardır.
Fakat, hemen herkesçe bilinenlerin üstüne ilâve olarak sayılabilecek hemen hiçbir bilgiye, görüntüye, hasseten mesaja rastlayamadık.
Ayrıca, tarihî bir başka hadise değil de, çıtası hayli yüksek “İstanbul’un Fethi” gibi alabildiğine iddialı ve kudsî müjdeye mazhar olmuş bir hadiseyi beyaz perdeye yansıtma başarısı, bize göre bir hayli sönük kalmış. Bilhassa, meselenin ilmî, fikrî ve mânevî cephesi itibariyle…

 

Bu filmi beğenmek zorunda mıyız?

M. Latif Salihoğlu
(Yeni Asya, 22 Şubat 2012)

Vizyondaki “Fetih 1453” filmi hakkında, kısa bir değerlendirme yazısı yazdık. Kendi bakış açımıza göre, tenkide medar noktalara dikkat çektik.
Vay sen misin bunu yapan…
Dört bir yandan “organizeli salvolar”a hedef olduk. Yazdıklarımıza “yorum” adı altında her yönüyle sırıtan dizi dizi eleştiri mesajları aldık.
Yanlış anlaşılmasın, bunlar bizim sadık ve müdavim okuyucularımız değil.
Neredeyse tamamının ismine ilk defa rastlıyorum. Ki, bunların da takma, müstear olması kuvvetle muhtemel.
Öyle anlaşılıyor ki, organize edilmiş “sanal bir taarruz”la karşı karşıya bulunuyoruz.
Tenkitlerimize tahammül edemiyorlar.
Bizi sanattan anlamamakla, detaylara takılıp kalmakla ve çok büyük paralar harcanarak hazırlanmış bir çalışmayı takdir etmemekle itham ediyorlar.
Allah’tan ki “tarihten anlamamak”la itham etmemişler…
Beyler! Ateşli salvolarınız beyhude.
Aynı tornadan çıkmışcasına fırlattığınız oklara da beş para değer vermeyiz.
En şiddetli taarruzlarınız karşısında bile evel Allah yılmayız. Tıpkı Ulubatlı Hasan gibi dimdik durur da, akıl ve vicdanımızın bayrağını asla yere düşürmeyiz. Bunu bilesiniz…
Size göre, biz sanattan anlamıyormuşuz.
Size göre, biz detaylara takılıp kalmışız.
(Enteresandır, filmi henüz seyretmediğini söyleyen kimi sanal kişiler de aynı banallığı sergiliyor. Nasıl oluyorsa bu…)
Beyler! Bu salvolarınızla bizi yıldırmak değil, tam aksine bazı doğruların içinde halka içirmeye/yutturmaya çalıştığınız necis/ences mahiyetteki yanlışlarınızı, kamuoyu nezdinde biraz daha belirginleştirmeye sebebiyet verdiğiniz için, aslında size müteşekkiriz.
İşte, üzerinde daha fazla düşünülmesi gereken bazı noktalar:

1) Fatih Sultan Mehmet gibi bir şahsiyeti, sadece biz değil, bütün dünya tanıyor. Ulubatlı Hasan ise, Fatih’in efsanevî (mitolojik) bir neferi olup, hakiki şahsiyeti henüz kendi kaynaklarımızda bile netlik kazanmış değil.
Peki, siz ne yaptınız? Siz tutup Fatih gibi bir şahsiyeti, bu filmde Ulubatlı’nın gölgesinde bıraktınız.
Öyle ki, Sultan Fatih’in Topkapı’dan şehre ihtişamlı giriş tablosunu dahi Ulubatlı’nın gösterişli kavgasından, hatta sevdiği kızla olan bakışmalarından bile daha sönük gösterdiniz.
Ayıp değil mi bu yaptığınız?
“Fatih Topkapı’dan şehre giriyor”; ama, siz tutup o muhteşem tabloya seyirciyi tepeden baktırıyorsunuz. Yalan mı?
Böylelikle, siz en ihtişamlı olması gereken bir sahneyi dahi sönük gösterme başarısını sergiliyorsunuz.
Evet, sizin film sanatındaki en büyük başarınız, işte bu ve benzeri sahnelerde görünüyor.
Soruyoruz: Biz bu sanatınızı beğenmek ve filminizi övmek mecburiyetinde miyiz?
Bir daha soruyoruz: Bu anlattıklarımız detay mıdır, basit noktalar mıdır?

2) Filmin yönetmeni, “sevgilisi” diye bilinen bir oyuncu–mankeni bu filmde başrol oyuncusu yapmış. Bu oyuncu hanımın, gerek Ulubatlı ile olan münasebetleri ve gerekse binlerce erkek savaşçının arasında tekrar betekrar gösterilmesi, tarihî gerçeklikle zerrece uyuşmuyor, bağdaşmıyor. Kendisine yüzde doksan dokuz nisbetinde uydurma ve ısmarlama bir rol verilmiş. Üstelik, başrol…
Soruyoruz: Bu başrol oyuncusu kadın, madem ki Ulubatlı Hasan’la evlenmiş ve ondan hamile kalmıştır; o halde neden nikâhlandıklarına dair en ufak bir belirti, en küçük bir görüntü, en basit bir unsur yer almamış bu filmde? Nikâha dair üç saniyelik olsun bir görüntüye yer verilemez miydi? Bu hususu, tahrik edici sevişme/yakınlaşma sahneleri kadar da önemli görmediniz demek ki…
Soruyoruz: Hadis–i Şerif meâli ile başlayan bir filmde, bütün bunları sergilemek revâ mıdır?
Tekraren soruyoruz: Sizin bu tarzdaki sanat anlayışınızı benimsemek, ya da hiç itirazsız hoş görmek mecburiyetinde miyiz?

3) Bu filmde, “mânevî fatih” Akşemseddin Hazretlerine, başroldeki kadın kadar olsun yer vermediniz, değer vermediniz. Molla Hüsrev ile Molla Gürani Hazretlerini ise, zaten hepten yok saydınız.
Soruyoruz: Fetih için “olmazsa olmaz” niteliğindeki bu unsurların eksik bırakıldığı, hatta yok sayıldığı bir filmi beğenmek zorunda mıyız?

4) Filmde defalarca “Kâfir Türkler, dinsiz Türkler” tâbiri kullanılıyor.
Tarihî gerçeklikle de bağdaşmayan bu fevkalâde itici tâbirlerin tekerrür etmesi, duyguları rencide ediyor.
Soruyoruz: Ajitasyona sebebiyet veren bu tür uydurmalara niçin gerek duydunuz?
Bir daha soruyoruz: Bu mesele detay deyip geçilecek kadar basit midir?

5) Gerek Osmanlı hareminde ve bilhassa Bizans Saraylarında nazara verilen aile (kadın–erkek) tabloları, yüzde doksan oranında düzmece ve uydurma olup, filmde tamamen keyfî bir tercihle erotize edilmeye çalışılmış.
Soruyoruz: Bilhassa Bizans Saraylarında yanmış gibi gösterilen açık–saçık, kadınlı–erkekli o havuz sefaları da neyin nesi? Hem de ölüm–kalım savaşının bütün şiddetiyle hükümfermâ olduğu o kuşatma günlerinde…
Tekrar soruyoruz: Özellikle muhafazakâr ailelerin çoluk–çocuğuyla izlemekten imtina edeceği bir filme yansıyan sizin bu tarzdaki sanat anlayışınızı anlayışla karşılamak zorunda mıyız?

***

Bunlar gibi, üzerinde durulacak daha birçok nokta var. Ancak, şimdilik daha fazla uzatmayı gerekli bulmuyoruz.
Bu film, gişe rekorunu kırabilir. Bazı kimselerin fazlasıyla beğenisini kazanabilir.
Bizim için, önemli olan tarihi gerçekliktir. Daha da önemlisi, ahlâkî ölçülerdir. Meselâ, batılın tasvir edilmemesidir.
Ne yazık ki, söz konusu filmde bu ölçülere riayet edilmiş değil.
Madem öyle, o halde biz de beğenmek veya övmek zorunda değiliz.
Evet, eğer bizim hassasiyetlerimiz sizin umurunuzda değilse, kusura bakmayın, sizin sanatınız da bizim umurumuzda değil.
Eğer tarihî hakikatlere sadık kalmak sizin umurunuzda değilse, sizin harcadığınız para ve emek de bizim umurumuzda değil.
Eğer sizin “batılı tasvir etmek” gibi bir hürriyetiniz varsa, bizim de o yaptığınızı tenkit etmek gibi bir hürriyetimiz var.
Mesele bu kadar basit.

1 Yorum

  1. filmin görsel efekt olarak iyiydi sonuçta türk sineması daha yeni yeni gelişiyor.ama dini açıdan tamamen saçmaydı

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir.